ihanetin bedeli
Üşüyorlardı. Çoluk çocuk, kadın erkek, genç yaşlı üşüyorlardı. Dereler buz tutmuştu. Dağlar karlarla kaplıydı.
Dondurucu bir rüzgar esiyordu. Üşüyorlardı. Elleri, kulakları, burunları morarmıştı. Dişleri birbirine çarpıyordu. Kundaktaki bebekler uyuyuveriyorlar ve bir daha uyanmıyorlardı. İhtiyarlar sendeleyerek yerlere düşüyorlardı:
- Bırakın uyuyalım biz de, diyorlardı.
Biri:
- Ateş yakalım, dedi.
İtiraz ettiler:
- Odunu nereden bulacaksın, bulsan da tutuşmaz, hepsi ıslak. Yakacağımız ateş kime yetecek.
Biri:
- Böyle felce uğramış fareler gibi ölümü bekleyemeyiz, diyordu. Toplanın, odun taşıyalım, ateş yakalım.
Bir başkası:
- Ben gelirim, dedi.
Bir başkası daha:
- Ben de, dedi.
- Haydi hep beraber, odun bulalım, yakalım ateşi...
Canlanır gibi oldular. Son bir enerjiyle sağa sola seyirttiler. Çocuklar, gençler, kızlar, erkekler karları eşeliyor, kökleri çıkartıyor, kırık ağaçları topluyor, odun taşıyorlardı.
Gelen odunlar ortaya tepeleme yığılmaya başlamıştı... İçlerinden en ustası kavı çaktı. Kuru dalların en incesini tutuşturmaya başladı. Hep birlikte eğilmişler, üflüyorlardı. Küçük bir alev parladı. Bir ince dal daha koydular üstüne, bir ince dal daha... Alev azıcık büyüdü. Üflüyorlardı... Yavaş yavaş dil vermeye başladı alevler. Odunlar çıtırdıyordu. Alevler
kollarıyla sarmaya başladı odunları... Herkesin yüzü birden gülmüştü. İhtiyarlar çömelmişler ellerini ısıtıyorlardı. Ateş adamakıllı canlanmaya başlamıştı.
Bebekler kendilerine gelmişler, bağırıyorlardı...
Biri:
- Söndürmeyelim bu ateşi, diyordu. Daha odun getirelim, daha odun...
Artık boyuna odun toplanıyordu. Gidenler kucak kucak odunlarla geliyorlar, ateşe tepeleme yığıyorlardı.
Aralarında ekipler ayırdılar. Durmadan nöbetleşe odun taşıyacaklardı. Ateşte hep birlikte ısınacaklardı. Donmayacaklardı, ölmeyeceklerdi.
Ama aralarında bir hain vardı. O içinden:
- Hele gece olsun ben buradan azıcık ateş apartır bir tenhada keyfime bakarım, ne diye dağ tepe dolaşıp odun taşıyacakmışım, diyordu.
Gece oldu. Herkes uykuya daldı. O, nöbet tutmaya gönüllü çıkmıştı:
- Sizler uyuyun, sizin hatırınıza ben beklerim ateşi, hiç korkmayın, demişti.
Ve herkes en derin uykusundayken, yanmamış kalın odunlarla, ateşi çalıp; bir bayırın kuytusuna kendisi için gizli bir ocak yapmıştı.
Sabahleyin ateşin çalınmış olduğunu kimse fark etmedi. Yine herkes odun toplamaya dağıldı. Gece ateşi çalan, göze görünmeden kendi ocağının başına tüymüş,
yan gelmişti. Ötekiler boyuna uğraşıyor savaşıyor, odun topluyorlardı. O ise onlarla alay ediyordu:
- Enayi gibi yoruluyorlar, diyordu.
Bir aralık doğrulur gibi oldu, kafileden bir erkekle göz göze geldi. Adam soruyordu:
- Ne yapıyorsun burada?
- Hişt sesini çıkarma, dedi. Deli misin, gidip odun toplayacak... Gel beraber ısınalım burada. İkisi beraber, odun toplamadan ısınmaya başladılar. Kimse fark etmesin diye, arada bir ortalıkta görünüyor, ötekileri teşvik ediyorlardı.
- Haydi, dayanın, toplayın, hepimiz böyle kurtulacağız.
Ve geceleri yine ateşten büyükçe parçalar çalıyorlardı.
Birkaç gün sonra hainin yanındakilerin sayısı dörde, beşe çıkmıştı. Aralarında kıs kıs gülüyorlar, zekalarını övüyorlardı.
Ötekiler boyuna odun taşıyor, didinip yoruluyorlardı. Ancak gizlice ateşi çalan başka hainler de çıkmaya başlamıştı. Ortadaki ateş küçülüyordu. Asıl odunları taşıyanlar ısınamaz
olmuşlardı. Birkaç kişi meseleyi fark etti:
- Aramızda hainler var, ateşimizi çalıyorlar, dediler. Bu söz herkesi uyaracağına, tam tersine onların da aklını çeldi. Her biri:
- Dur ben de biraz ateş çalayım, diye düşünmeye başladı...
Sonunda bir gece yarısı ateşi çalmak isteyenlerin arasında bir kavga başladı:
- Bırak onu ben alacağım.
- Sen aldığın kadar aldın, o benim...
Kimse artık odun taşımayı düşünmüyordu. Son ateşleri de çalma yarışına girmişlerdi. Ateş iyice ufalıyor bitiyordu. Ve onlar kavga ediyorlardı:
- Bırak onu ben alacağım...
- Kafanı kırarım, o benim...
Ve ateş söndü. Odun taşımadan ısınmanın yolunu ararken, hepsi birden donup öldüler.
Hainlik etmeyip, hep birlikte çalışsalardı; şimdi daha sıcak, daha sıcak, daha sıcak yaşayacaklardı.