Herşey Gülümse(t)mek İçin...:))
Forumumuzdan Daha iyi yararLanabiLmek İçin üye oLmaLısınız =)
Herşey GuLumse(t)mek İçin.. :)
Herşey Gülümse(t)mek İçin...:))
Forumumuzdan Daha iyi yararLanabiLmek İçin üye oLmaLısınız =)
Herşey GuLumse(t)mek İçin.. :)
Herşey Gülümse(t)mek İçin...:))
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Herşey Gülümse(t)mek İçin...:))

****
 
AnasayfaAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi)5.Bölüm-Davetler

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Milkyhead
Gelişmiş Üye
Gelişmiş Üye
Milkyhead


Mesaj Sayısı : 165
Rep Gücü : 965
Rep puanı : 2
Kayıt tarihi : 06/02/09
Yaş : 30
Nerden : KumsaLdan...

Dikkat : Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi)5.Bölüm-Davetler 473972urfuggv5ew


Güç Sistemi
Başarı Puanı:
Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi)5.Bölüm-Davetler Img_left0/0Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi)5.Bölüm-Davetler Empty_bar_bleue  (0/0)
AktifLik:
Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi)5.Bölüm-Davetler Img_left0/0Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi)5.Bölüm-Davetler Empty_bar_bleue  (0/0)
GüçLüLük:
Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi)5.Bölüm-Davetler Img_left0/0Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi)5.Bölüm-Davetler Empty_bar_bleue  (0/0)

Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi)5.Bölüm-Davetler Empty
MesajKonu: Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi)5.Bölüm-Davetler   Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi)5.Bölüm-Davetler Icon_minitimeCuma Mayıs 29, 2009 10:24 pm

5. Davetler

Lise. Artık Araf değildi, şimdi tamamen cehennemdi. İşkence ve ateş… evet ikisi de
vardı.
Artık her şeyi doğru yapıyordum. Her ‘i’ noktalı, her ‘t’ çizgili. Kimse
sorumluluklarımdan kaytardığımdan şikayet edemezdi.
Esme’yi memnun etmek ve diğerlerini korumak için Forks’ta kaldım. Eski
çizelgeleme döndüm. Kalanından daha fazla avlanmadım. Her gün, liseye gittim ve
insanı oynadım. Her gün, Cullen’larla ilgili yeni bir şey olup olmadığını kontrol
etmek için dikkatle dinledim – hiçbir şey yoktu. Kız şüpheleriyle ilgili tek kelime
etmemişti. Sadece istekli dinleyicileri sıkılıp daha fazla ayrıntı için sorular sormayı
kesene kadar aynı hikayeyi tekrarlayıp durmuştu – onun yanında duruyordum ve
onu yoldan çekmiştim. Tehlike yoktu. Acele davranışım nedeniyle kimse
incinmemişti.
Benden başka kimse.
Geleceği değiştirmeye kararlıydım. Birini sınamak için en kolay görev değildi;
ama birlikte yaşayabileceğim başka bir seçenek yoktu.
Alice kızdan uzak duracak kadar güçlü olamayacağımı söylemişti. Ona
yanıldığını kanıtlayacaktım.
İlk günün en zoru olacağını düşünmüştüm. Sonuna doğru, durumun bu
olduğundan emindim; ama yanılıyordum.
Kızı inciteceğimi bilmek beni için için yakıyordu. Kendimi, acısının
benimkiyle karşılaştırıldığında bir iğne batmasından fazla olmayacağı gerçeğiyle
rahatlatıyordum. Bella insandı ve benim başka bir şey, yanlış bir şey, korkunç bir şey
olduğumu biliyordu. Muhtemelen ona sırtımı dönüp, yokmuş gibi davrandığımda
yaralanmak yerine rahatlardı.
“Merhaba Edward.” diye selamladı beni ilk gün Biyolojide. Sesi hoş ve
arkadaş canlısıydı, onunla son konuştuğum zamanki halinden yüz seksen derece
dönüktü.
Niye? Bu değişiklik ne anlama geliyordu? Unutmuş muydu? Hepsini hayal
ettiğine mi karar vermişti? Gerçekten sözümü tutmamamı affetmiş olabilir miydi?
Bu sorular her nefes alışımda bana saldıran susuzluk gibi yaktı.
Sadece bir an gözlerine baksam, sadece cevapları orada okuyup
okuyamayacağımı görsem…
Hayır. Eğer geleceği değiştireceksem, kendime bunun için bile izin
veremezdim.
Odanın önünden gözlerimi ayırmadan çenemi ona doğru çevirdim. Bir kere
başımı eğdim ve sonra yüzümü direkt öne çevirdim.
Bir daha benimle konuşmadı.
O öğleden sonra, okul bittiği, rolüm oynandığı anda önceki gün yaptığım gibi
Seattle’a koştum. Yerin üzerinde uçar, etrafımdaki her şey yeşil bir bulanıklığa
dönüşürken acıyla başa çıkmak biraz daha kolay gibi geliyordu.
Bu koşu günlük alışkanlığım haline geldi.
Onu seviyor muydum? Sanmıyordum. Henüz değil. Alice'in o gelecekle ilgili
görüşlerine takılmıştım ama, ve Bella'yla aşka düşmenin ne kadar kolay olacağını
görebiliyordum. Tıpkı düşmek gibi olacaktı: zahmetsiz. Kendime ona aşık olma izni
vermemek ise düşmenin tam tersiydi – ellerimle kendimi uçurumun yüzünde
tutmaktı, bu görev bir ölümlü gücünden fazlasına sahip değilmişim gibi perişan
ediciydi.
Bir aydan uzun süre geçti ve her gün zorlaştı. Bu mantıklı değildi – atlatmayı
bekliyordum, kolaylaşmasını. Alice’in kızdan uzak duramayacağımı söylerken
kastettiği bu olmalıydı. Acının artışını görmüştü; ama ben acıyla başa çıkabilirdim.
Bella’nın geleceğini yok etmeyecektim. Eğer kaderimde onu sevmek varsa,
yapabileceğim en iyi şey ondan uzak durmak değil miydi?
Uzak durmak katlanabileceğimin limitindeydi ama. Görmezden geliyormuş
gibi davranıp ona hiç bakmayabilirdim. Beni hiç ilgilendirmiyormuş gibi
davranabilirdim; ama bu dış görünüşteydi, sadece roldü ve gerçek değildi.
Hala aldığı her nefese, söylediği her söze bağlıydım.
İşkencelerimi dört kategoriye ayırmıştım.
İlk ikisi tanıdıktı. Kokusu ve sessizliği. Ya da daha doğrusu – sorumluluğu ait
olduğu yere, kendime alırsam – susuzluğum ve merakım.
Susuzluk işkencelerimin en başlıcasıydı. Artık Biyoloji’de nefes almamak
alışkanlık olmuştu. Tabii ki, her zaman istisnalar oluyordu – bir soru cevaplamak
zorunda kaldığımda konuşmak için nefes almaya ihtiyacım oluyordu. Kızın
çevresindeki havayı tattığım her sefer, ilk günle aynıydı – ateş ve ihtiyaç ve dışarı
çıkmak için çaresiz olan zalim şiddet. Tıpkı ilk günüm gibi, içimdeki canavar
kükrüyordu, yüzeye çok yakındı…
Merak, işkencelerimin en daimi olanıydı. “Şu anda ne düşünüyor?” sorusu
aklımdan hiç çıkmıyordu. Sessizce içini çektiğini duyduğumda, parmaklarıyla
saçındaki bir bukleyi büktüğünde, kitaplarını masaya her zamankinden daha sert
attığında, sınıfa geç kaldığında, ayaklarını yerde sabırsızca vurduğunda… Çevresel
görüşümde yakaladığım her hareketi çileden çıkarıcı birer gizemdi. Diğer insan
öğrencilerle konuştuğunda, her kelimesini ve tonunu analiz ediyordum.
Düşüncelerini mi söylüyordu? Genelde dinleyicisinin beklediğini söylüyor gibi
geliyordu ve bu bana ailemi, bizim aldatıcı günlük yaşamımızı hatırlatıyordu –
bunda ondan daha iyiydik. Eğer yanılmıyor, sadece hayal etmiyorsam. Neden rol
yapmak zorunda olsundu ki? Onlardan biriydi – genç bir insan.
Mike Newton, işkencelerimin en şaşırtıcı olanıydı. Kim böyle genel, sıkıcı bir
ölümlünün bu kadar sinir bozucu olabileceğini hayal ederdi ki? Adil olmak
gerekirse, bu rahatsız edici çocuğa şükran duymalıydım; kızı diğerlerinden daha
fazla konuşturduğu için. Bu diyaloglar sırasında onun hakkında çok şey
öğrenmiştim – hala listemi derliyordum – ama aksine, Mike’ın bu projedeki yardımı
beni sadece daha çok kızdırıyordu. Mike’ın onun sırlarının kilitlerini açan kişi
olmasını istemiyordum. Bunu ben yapmak istiyordum.
Açığa çıkardığı küçük şeyleri hiç fark etmemesi yardımcı oluyordu. Onun
hakkında hiçbir şey bilmiyordu. Kafasında aslında var olmayan bir Bella yaratmıştı –
kendisi kadar genel bir kız. Onu diğer insanlardan ayıran cesaretini ve fedakarlığını
görmemişti, ona söylediği düşüncelerindeki olağandışı olgunluğu duymamıştı.
Annesi hakkında konuştuğunda, çocuğu hakkında konuşan bir ebeveyn gibi
gözüktüğünü algılamamıştı – sevgi dolu, hoşgörülü, belli belirsiz eğlenmiş ve
kuvvetli bir şekilde koruyucu. Saçma sapan hikayeleriyle ilgileniyormuş gibi
yaparken sesindeki sabrı duymamıştı ve bu sabrın altındaki iyiliği tahmin
edememişti.
Mike ile olan diyaloglarından, listeme en önemli özelliğini ekleyebilmiştim, en
önemli olanı ve nadir olduğu kadar basit de olanı. Bella iyiydi. Listeye eklediğim
bütün o özelliklerin yanında – nezaketi ve fedakarlığı ve özverisi ve şefkati ve
cesareti gibi – baştan aşağı iyiydi.
Bu yardımcı keşifler beni o çocuğa ısıtmıyordu ama. Bella’yı sahiplenişi –
sanki kazanılacak bir eşyaymış gibi – beni onunla ilgili kaba fantezileri kadar
sinirlendiriyordu. Zaman geçtikçe kendine daha da güveniyordu, Bella rakiplerine
karşı – Tyler Crowley, Eric Yorkie ve arada sırada ben – onu seçmiş gibi gözüktüğü
için. Alışkanlık olarak ders başlamadan önce her zaman sıramıza oturup onunla
konuşuyor, gülümsemeleriyle cesaretleniyordu. Sadece nazik gülümsemeler, dedim
kendi kendime. Yine de, sık sık elimin tersiyle onu odanın diğer ucuna, uzak duvara
fırlatışımı hayal ederek eğleniyordum… Bu muhtemelen onu ölümcül derece
yaralamazdı…
Mike beni genelde rakip olarak düşünmüyordu. Kazadan sonra, Bella ve
benim paylaştığımız deneyim nedeniyle birbirimize bağlanacağımızdan
endişelenmişti; ama açıktı ki, tam tersi olmuştu. Ondan önce, hala Bella’ya diğer
öğrencilerden daha çok ilgi gösterdiğim için rahatsızdı; ama şimdi onu da diğerleri
gibi görmezden geliyordum ve Mike halinden gittikçe daha çok memnun kalıyordu.
Şimdi ne düşünüyordu? Onun ilgisini hoş karşılıyor muydu?
Ve son olarak, işkencelerimin sonuncusu, en acı verici olanı: Bella’nın
kayıtsızlığı. Benim onu görmezden geldiğim gibi, o da beni görmezden geliyordu.
Benimle konuşmayı bir daha asla denemedi. Bildiğim kadarıyla, beni bir daha asla
düşünmedi.
Beni beni delirtebilirdi – ya da geleceği değiştirmek için olan çözümümü
bozmama yol açabilirdi – eğer bana bazen eskisi gibi bakıyor olmasaydı. Bunu
kendim göremiyordum, ona bakmak için kendime izin veremiyordum; ama Alice o
bakmak üzereyken bizi uyarıyordu; diğerleri hala kızın sorun çıkarabilecek
bilgilerinden endişeliydi.
Bana arada sırada uzaktan bakıyor oluşu, acımı biraz hafifletiyordu. Tabii,
sadece ne tür bir ucube olduğumu merak ediyor da olabilirdi.
“Bella bir dakika içinde Edward’a bakacak. Normal görünün.” dedi Alice mart
ayında bir Salı günü.
Bana ne kadar sık baktığına dikkat ediyordum. Zaman geçtikçe bu sıklığın
azalmaması, etmemesi gerekmesine rağmen, beni memnun ediyordu. Ne anlama
geldiğini bilmiyordum; ama daha iyi hissetmemi sağlıyordu.
Alice iç çekti. Keşke…
“Bu işten uzak dur Alice.” dedim. “Böyle bir şey olmayacak.”
Suratını astı. Alice öngördüğü, Bella ile olan arkadaşlığı için heyecanlıydı.
Garip bir şekilde, tanımadığı bir kızı özlüyordu.
İtiraf etmeliyim, düşündüğümden daha iyisin. Geleceği yine karmaşık, mantıksız bir
hale getirdin. Umarım mutlusundur.
“Bana gayet mantıklı geliyor.”
Homurdandı.
Sesini kesmeye çalıştım. Pek iyi bir ruh halinde değildim – onlara
gösterdiğimden daha gergindim. Sadece Jasper ne kadar incindiğimin farkındaydı,
ekstra yeteneğiyle yaşadığım stresi hissedebiliyordu. Bu duyguların altındaki
sebepleri anlamıyordu gerçi ve – son zamanlarda daima kötü durumda olduğum için
– önemsemiyordu.
Bugün zor olacaktı. Önceki günden daha zor.
Mike Newton, beni rakip olarak görmesine izin vermediğim iğrenç çocuk,
Bella’ya çıkma teklif edecekti.
Kızların teklif ettiği dans en yakın ufuktu ve Bella’nın ona sormasını
umuyordu, ki sormamıştı ve bu onun güvenini kırmıştı. Şimdi rahatsız bir
durumdaydı – onun rahatsızlığından, almam gerekenden çok daha fazla keyif aldım
– çünkü Jessica Stanley ona dansa beraber gitmeyi teklif etmişti. “Evet” demek
istememişti, hala Bella’nın ona soracağını ümit ediyordu(ve rakiplerine karşı
kazandığını kanıtlayacağını); ama “hayır” da deyip dansa gitme şansını tamamen
kaybetmek de istememişti. Jessica onun tereddüdünden incinmişti. Sebebin Bella
olduğunu düşünüyordu ve ona öfkeliydi. Yine, Jessica’nın kızgın düşünceleri ile
Bella’nın arasına kendimi atma içgüdüsünü hissettim. Şimdi daha iyi anlıyordum;
ama bu, harekete geçemeyince sadece durumu daha da sinir bozucu hale
getiriyordu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Milkyhead
Gelişmiş Üye
Gelişmiş Üye
Milkyhead


Mesaj Sayısı : 165
Rep Gücü : 965
Rep puanı : 2
Kayıt tarihi : 06/02/09
Yaş : 30
Nerden : KumsaLdan...

Dikkat : Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi)5.Bölüm-Davetler 473972urfuggv5ew


Güç Sistemi
Başarı Puanı:
Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi)5.Bölüm-Davetler Img_left0/0Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi)5.Bölüm-Davetler Empty_bar_bleue  (0/0)
AktifLik:
Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi)5.Bölüm-Davetler Img_left0/0Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi)5.Bölüm-Davetler Empty_bar_bleue  (0/0)
GüçLüLük:
Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi)5.Bölüm-Davetler Img_left0/0Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi)5.Bölüm-Davetler Empty_bar_bleue  (0/0)

Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi)5.Bölüm-Davetler Empty
MesajKonu: Geri: Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi)5.Bölüm-Davetler   Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi)5.Bölüm-Davetler Icon_minitimeCuma Mayıs 29, 2009 10:26 pm

Duruma bak! Daha önce aşağıladığım, önemsiz lise dramlarına takmıştım.
Mike Bella’yla Biyoloji’ye yürürken cesaretini toplamaya çalışıyordu.
Gelmelerini beklerken çabalarını dinledim. Çocuk acizdi. Hayranlığını o kendini
tercih etmeden önce göstermeye korkup, teklif beklemişti. Reddedilmeye açık hale
gelmek istememiş, ilk adımı onun atmasını beklemişti.
Ödlek.
Yakınlığıyla rahat bir şekilde tekrar masamıza oturdu ve ben vücudu
karşıdaki duvara kemiklerinin çoğu kırılacak şekilde çarptığında çıkacak sesi hayal
ettim.
“Şeyy” dedi kıza, gözleri yerdeyken. “Jessica bana bahar dansına beraber
gitmeyi teklif etti.”
“Bu harika.” dedi Bella anında hevesle. Ses tonu Mike’ı çökertirken
gülümsememek çok zordu. Mike onun üzülmesini ummuştu. “Jessica’yla çok
eğleneceksiniz.”
Doğru cevap için güçlük çekti. “Ee…” tereddüt etti ve neredeyse korktu.
Sonra toparlandı. “Ona düşünmem gerektiğini söyledim.”
“Niye böyle bir şey yapasın ki?” diye sordu. Sesi onaylamaz bir tondaydı; ama
hafif bir rahatlama da vardı.
Bu ne demekti? Beklenmedik bir öfke ellerimi yumruk yapmama neden oldu.
Mike rahatlığı duymuş gibi gözükmüyordu. Yüzü kanla kırmızıydı – aniden
hissettiğim öfkeyle, bu bir davet gibi gözüktü – ve konuşurken yine yere baktı.
“Merak ediyordum da… acaba sen… belki bana sormayı düşünüyorsundur?”
Bella durakladı.
Durakladığı anda, Alice’in hiç görmediği netlikte geleceği gördüm.
Kız Mike’ın sorusuna şimdi evet diyebilirdi ya da demeyebilirdi; ama her
halükarda, yakın bir zamanda birine evet diyecekti. Güzel ve ilgi çekiciydi ve insan
erkekler bu gerçeğin farkındaydı. Bu kalabalıktan birini seçse de, Forks’tan ayrılana
kadar beklese de, o gün gelecekti ve evet diyecekti.
Daha önceki gibi onun hayatını gördüm – üniversite, kariyer… aşk, evlilik.
Onu yine babasının kolunda, beyazlar içinde, yüzü mutluluktan kızararak,
Wagner’ın marşı eşliğinde yürürken gördüm.
Acı, daha önce hissettiğim her şeyden daha fazlaydı. Bir insan bu acıyı
hissetmek için ölüm eşiğinde olmalıydı – bir insan bundan sağ kurtulamazdı.
Ve sadece acı değil, düpedüz hiddet.
Bu önemsiz, hak etmeyen çocuk, Bella’nın evet diyeceği kişi olmayabilecekse
de, kafatasını ellerimle parçalamayı arzuladım, o kişi kim olursa, yaşanacakların bir
temsili olarak.
Bu duyguyu anlayamadım – acı ve hiddet ve arzu ve umutsuzluğun bir
karışımıydı.
Daha önce hiç böyle hissetmemiştim; bir isim koyamıyordum.
“Mike, bence ona evet demelisin.” dedi Bella nazik bir sesle.
Mike’ın umutları kırıldı. Başka şartlar altında keyif alabilirdim; ama acının
şokuyla kendimi kaybetmiştim – ve bu acı ile hiddettin bana ne yaptığının
pişmanlığıyla.
Alice haklıydı. Yeterince güçlü değildim.
Şu anda, geleceğin dönüp değişmesini, tekrar bozulmasını izliyor olmalıydı.
Memnun olur muydu?
“Birine mi sordun?” dedi Mike aksi bir şekilde. Haftalardır ilk defa şüpheyle
bana baktı. İlgime ihanet ettiğimi fark ettim; başım Bella’ya doğru eğilmişti.
Düşüncelerindeki vahşi haset – kızın ona tercih ettiği her kimse ona hissettiği
haset – aniden isimsiz duygularıma ad verdi.
Kıskanıyordum.
“Hayır.” dedi kız sesinde alttan alıcı bir tonla. “Dansa gitmeyeceğim.”
Bütün o pişmanlık ve öfkeye rağmen, bu kelimeleriyle rahatladım. Birdenbire
kendi rakiplerimi düşünüyordum.
“Niye?” diye sordu Mike sesi neredeyse kaba bir şekilde. Onunla konuşurken
bu tonu kullanması beni kızdırdı. Bir hırlamayı geri yuttum.
“O cumartesi Seattle’a gidiyorum.” diye cevapladı.
Merak daha önce olacağı kadar şiddetli değildi – artık her şeyin cevabını
bulmaya niyetliydim. Nerede ve neden sorularına cevapları yeterince kısa zamanda
bulacaktım.
Mike’ın tonu rahatsız edici derecede yaltakçı hale geldi. “Başka bir hafta sonu
gidemez misin?”
“Kusura bakma, hayır.” Bella’nın sesi şimdi sertti. “O yüzden Jess’i daha fazla
bekletmemelisin – bu kabalık olur.”
Jessica’nın duygularına olan alakası kıskançlığımı alevlendirdi. Bu Seattle
yolculuğu belli ki hayır demek için bir bahaneydi – arkadaşına olan sadakati için mi
reddetmişti? Bunun için gerekenden fazla özveriliydi. Gerçekten evet diyebilecek
olmayı diler miydi? Ya da her iki tahmin de yanlış mıydı? Başka biriyle mi
ilgileniyordu?
“Evet, haklısın.” diye mırıldandı Mike. O kadar morali bozuldu ki neredeyse
ona acıyacaktım. Neredeyse.
Gözlerini kızdan uzaklaştırdı, düşüncelerinde onun yüzünü görmemi
engelledi.
Buna tolerans göstermeyecektim.
Bir aydan uzun zamandır ilk defa yüzünü kendim okuyabilmek için ona
döndüm. Kendime bunun için izin vermek büyük bir rahatlıktı, uzun süredir su
altında olan insan akciğerlerinin nefes alışı gibi.
Gözleri kapalıydı ve elleri yüzünün iki yanındaydı. Omuzları savunma amaçlı
içe doğru dönmüştü. Başını, zihninden bazı düşünceleri itmek istiyormuşçasına çok
hafifçe salladı.
Sinir bozucu. Büyüleyici.
Bay Banner’ın sesi onu dalgınlığından çıkardı ve gözleri yavaşça açıldı.
Muhtemelen bakışımı hissederek, gözlerime, uzun süredir aklımdan çıkmayan o
sersemlemiş ifadeyle baktı.
O saniyede suçluluk, pişmanlık ya da hiddet hissetmedim. Geri geleceklerini
ve kısa zaman içinde geri geleceklerini biliyordum; ama o anda garip, şiddetli bir
sarhoşluk hissettim, sanki kaybetmekten ziyade, zafer kazanmış gibi.
Berrak kahverengi gözlerinden düşüncelerini okumaya çalışırken, ona
uygunsuz bir şiddetle bakmama rağmen, gözlerini kaçırmadı. Cevaplardan çok,
sorularla dolulardı.
Kendi gözlerimin yansımasını ve susuzluktan simsiyah olduklarını da
görebiliyordum. Son avlanmamdan beri neredeyse iki hafta olmuştu; bu irademin
yıkılması için en güvenli gün değildi; ama siyahlık onu korkutmuş gibi
gözükmüyordu. Hala gözlerini kaçırmıyordu ve yumuşak, mahvedici derecede
çekici bir pembe tenini renklendirmeye başladı.
Şimdi ne düşünüyordu?
Neredeyse soruyu sesli soracaktım; fakat o anda Bay Banner bana seslendi.
Onun tarafına doğru kısa bir bakış atıp, aklından cevabı okudum.
Hızlı bir soluk aldım. “Krebs Döngüsü.”
Susuzluk boğazımı yaktı – kaslarımı gerginleştirip, ağzımı zehirle doldurdu –
ve gözlerimi kapayıp içimde büyüyen, kanına duyduğum arzuya karşı odaklanmaya
çalıştım.
Canavar öncekinden güçlüydü. Canavar keyifliydi. Kendisine şiddetle
arzuladığı şey için eşit şans veren geleceği benimsedi. Dağılan irademle – o kadar şey
arasında genel kıskançlıkla yok olan – üçüncü, titrek geleceği inşa etmeye çalışıyordu
ve amacına çok daha yakındı.
Pişmanlık ve suçluluk, susuzlukla beraber yaktı ve eğer gözyaşı
üretebilseydim, o anda gözlerimi doldurmuş olurlardı.
Ne yapmıştım?
Savaşın çoktan kaybedildiğini bildiğime göre, istediğim şeye direnmenin bir
sebebi yoktu; döndüm ve tekrar kıza gözlerimi diktim.
Saçının arkasına saklanmıştı; ama aralardan yanaklarının koyu kırmızı
olduğunu görebiliyordum.
Canavar bundan hoşlandı.
Bakışımla tekrar buluşmadı; fakat koyu saçının bir buklesini parmaklarıyla
gergin bir biçimde büktü. İnce parmaklarıyla, kırılgan bileğiyle – çok narinlerdi,
sanki sadece nefesim onları kırabilirmiş gibi.
Hayır, hayır, hayır. Bunu yapamazdım. O çok narindi, çok iyiydi, bu kaderi
hak etmek için çok değerliydi. Hayatımın onunkiyle çatışıp, onu yok etmesine izin
veremezdim.
Ama ondan uzak da duramazdım. Alice bu konuda haklıydı.
Ben tereddüt ederken içimdeki canavar sinirle tısladı.
Bir saat çok çabuk geçti. Zil çaldığında bana bakmadan eşyalarını toplamaya
başladı. Bu beni hayal kırıklığına uğrattı; ama başka türlüsünü bekleyemezdim.
Kazadan beri ona olan davranışlarım affedilemezdi.
“Bella?” dedim kendimi durduramayarak. İradem çoktan toz halindeydi.
Bana bakmadan önce durakladı; döndüğünde ifadesi ihtiyatlı, güvensizdi.
Güvenmemesi için her türlü hakkı olduğunu hatırlattım kendime.
Güvenmemesi gerektiğini.
Devam etmemi bekledi; ama sadece yüzünü okuyarak onu izledim.
Susuzluğumla savaşarak sıradan aralıklarla sığ nefesler aldım.
“Ne?” dedi sonunda. “Benimle tekrar mı konuşuyorsun?” Sesindeki
dargınlığı, siniri gibi, sevimliydi. Gülümsemek istememe neden oldu.
Sorusuna nasıl cevap vereceğimden emin değildim. Onunla konuşuyor
muydum, kastettiği şekilde?
Hayır. Eğer başarabilirsem hayır. Başarabilmeyi deneyecektim.
“Hayır, tam olarak değil.” dedim ona.
Gözlerini kapadı, bu beni rahatsız etti. Duygularına ulaşmamın en iyi yolunu
kesmişti. Onları açmadan uzun, yavaş bir nefes aldı. Çenesi kenetliydi.
Hala gözleri kapalıyken, konuştu. Bu diyalog kurmak için normal bir insan
yolu değildi. Niye böyle yapmıştı?
“O zaman ne istiyorsun Edward?”
Dudaklarındaki ismimin sesi, vücuduma değişik şeyler yaptı. Eğer kalp atışım
olsaydı, hızlanırdı.
Ama ona nasıl cevap verecektim?
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Milkyhead
Gelişmiş Üye
Gelişmiş Üye
Milkyhead


Mesaj Sayısı : 165
Rep Gücü : 965
Rep puanı : 2
Kayıt tarihi : 06/02/09
Yaş : 30
Nerden : KumsaLdan...

Dikkat : Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi)5.Bölüm-Davetler 473972urfuggv5ew


Güç Sistemi
Başarı Puanı:
Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi)5.Bölüm-Davetler Img_left0/0Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi)5.Bölüm-Davetler Empty_bar_bleue  (0/0)
AktifLik:
Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi)5.Bölüm-Davetler Img_left0/0Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi)5.Bölüm-Davetler Empty_bar_bleue  (0/0)
GüçLüLük:
Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi)5.Bölüm-Davetler Img_left0/0Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi)5.Bölüm-Davetler Empty_bar_bleue  (0/0)

Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi)5.Bölüm-Davetler Empty
MesajKonu: Geri: Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi)5.Bölüm-Davetler   Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi)5.Bölüm-Davetler Icon_minitimeCuma Mayıs 29, 2009 10:28 pm

Gerçeği söylemeye karar verdim. Bundan sonra ona karşı mümkün olduğunca
dürüst olacaktım. Güvensizliğini hak etmek istemiyordum, güvenini kazanmak
imkansız olsa bile.
“Özür dilerim,” dedim ona. Bu bilebileceğinden daha doğruydu. Maalesef,
tehlikesizce sadece özür dileyebilirdim. “Çok kaba davranıyorum, biliyorum; ama
böylesi daha iyi, gerçekten.”
Eğer bunu sürdürebilir, kaba olmaya devam edebilirsem onun için daha iyi
olacaktı. Yapabilir miydim?
Gözleri açıldı, ifadesi hala ihtiyatlıydı.
“Neden bahsettiğini anlamıyorum.”
Onu iznim olduğu kadar uyarmaya çalıştım. “Eğer arkadaş olmazsak daha
iyi.” Şüphesiz, bu kadarını hissedebilirdi. Zeki bir kızdı. “Bana güven.”
Gözleri kısıldı ve bu kelimeleri ona daha önce söylediğimi hatırladım – tam da
bir sözü bozmadan önce. Dişlerini birbirine kenetlediğinde irkildim – belli ki o da
hatırlamıştı.
“Bunu daha önce anlayamamış olman çok kötü.” dedi sinirle. “Kendini bütün
bu pişmanlıktan kurtarabilirdin.”
Ona şok içinde baktım. Pişmanlıklarımla ilgili ne biliyordu?
“Pişmanlık mı? Neyin pişmanlığı?”
“O aptal minibüsün beni ezmesine izin vermemenin pişmanlığı!” diye çıkıştı.
Afallayıp donakaldım.
Bunu nasıl düşünüyor olabilirdi? Hayatını kurtarmak onunla tanıştığımdan
beri yaptığım, kabul edilebilir tek şeydi. Utanmadığım tek şey. Var olduğum için
beni sevindiren tek şey. Kokusunu yakaladığımdan beri onu hayatta tutmak için
savaşıyordum. Bunu nasıl düşünebilirdi? Bütün bu karmaşa içinde yaptığım tek iyi
şeyi sorgulamaya nasıl kalkışabilirdi?
“Hayatını kurtardığım için pişman olduğumu mu sanıyorsun?”
“Olduğunu biliyorum.”
Amaçlarımı değerlendirişi beni öfkelendirdi. “Hiçbir şey bilmiyorsun.”
Zihninin çalışması ne kadar kafa karıştırıcı ve anlaşılmazdı! Diğer insanlar
gibi düşünmüyor olmalıydı. İç sessizliğinin sebebi bu olmalıydı. Tamamen farklıydı.
Dişlerini gıcırdatarak yüzünü çevirdi. Yanakları bu sefer öfkeyle kızarmıştı.
Kitaplarını sertçe topladı, kollarına aldı ve bakışımla buluşmadan kapıdan dışarı
yöneldi.
Sinirli olsam da, öfkesini biraz eğlendirici bulmamak imkansızdı.
Nereye gittiğine bakmadan katı şekilde yürüdü ve ayağı kapının eşiğine
takıldı. Sendeledi, elindekiler yere düştü. Onları almaya eğilmek yerine aşağı bile
bakmadan dimdik durdu, sanki toplanmaya değip değmediklerinden emin değilmiş
gibi.
Gülmemeyi başarabildim.
Beni izleyen kimse yoktu; onun yanına uçtum, bakmadan önce kitaplarını
topladım.
Eğildiğinde beni gördü ve donakaldı. Kitaplarını, buz tenimin onunkine
değmemesine dikkat ederek ona uzattım.
“Teşekkürler.” dedi soğuk, sert bir sesle.
Tonu rahatsızlığımı geri getirdi.
“Bir şey değil.” dedim aynı soğuklukla.
Kalktı ve ayaklarını vurarak bir sonraki sınıfına ilerledi.
Sinirli figürünü gözden kaybolana kadar izledim.
İspanyolca bir bulanıklık içinde geçti. Bayan Goff dalgınlığımı hiç
sorgulamadı – benim İspanyolcamın onunkinden iyi olduğunu biliyordu ve bana
rahatlık tanıdı – düşünmek için beni özgür bıraktı.
Yani, kızı görmezden gelemezdim. Çok açıktı; ama bu onu yok etmekten
başka hiçbir şansım olmadığı anlamına mı geliyordu? Tek mümkün gelecek bu
olamazdı. Başka bir seçenek olmak zorundaydı, narin bir denge. Bir yol
düşünmeliydim…
Saat neredeyse bitene kadar Emmett’a dikkat etmemiştim. Meraklıydı –
Emmett karşısındakilerin ruh hallerine karşı pek hassas değildi; ama bendeki açık
değişikliği görebiliyordu. Yüzümden hiç gevşemeyen öfkeli bakışı neyin kaldırdığını
merak ediyordu. Değişikliği tanımlamak için çabaladı ve sonunda umutlu
göründüğüme karar verdi.
Umutlu? Dışarıdan böyle mi görünüyordum?
Volvo’ma yürürken umut üzerine düşündüm, tam olarak ne için umutlanmam
gerektiğini merak ettim.
Ama düşünmek için çok vaktim olmadı. Kızla ilgili düşüncelere çok hassas
olduğum için, benim… benim rakiplerimin – sanırım itiraf etmeliydim –
kafalarındaki Bella’nın ismi dikkatimi çekti. Eric ve Tyler, Mike’ın başarısızlığını –
büyük bir tatminle – duymuşlardı ve kendi hamlelerini yapmaya hazırlanıyorlardı.
Eric şimdiden Bella’nın ondan kaçamayacağı yerindeydi, kamyonetinin
yanında bekliyordu. Tyler’ın sınıfı bir ödev teslimi için geç bırakılmıştı ve Bella’yı
kaçmadan önce yakalamak için çaresiz bir acele içindeydi.
Bunu görmek zorundaydım.
“Diğerlerini burada bekle, tamam mı?” diye mırıldandım Emmett’a.
Beni şüpheyle süzdü; ama sonra omuzlarını silkip başını salladı.
Çocuk aklını yitirdi, diye düşündü, garip isteğimle eğlenerek.
Bella’nın spor salonundan çıktığını gördüm, beni göremeyeceği bir yerde
bekledim. Eric’in pusuda beklediği kamyonetine yaklaştığında ileri yürüdüm,
adımlarımı doğru anda geçmek için ayarladım.
Onu bekleyen oğlanı gördüğünde vücudunun katılaştığını gördüm. Bir an
donakaldı, sonra rahatladı ve ilerledi.
“Selam Eric.” diye seslendiğini duydum dostça bir sesle.
Birdenbire ve beklenmedik şekilde gerildim. Ya sağlıksız bir cilde sahip bu
uzun çocuk ona bir şekilde hoş geliyorsa?
Eric yüksek sesle yutkundu. “Selam Bella.”
Oğlanın gerginliğinin farkında değil gibi görünüyordu.
“N’aber?” diye sordu Bella, karşısındakinin korkmuş yüz ifadesine bakmadan
kamyonetinin kilidini açarak.
“Iı, sadece acaba… benimle bahar dansına gelmek ister misin?” Sesi çatladı.
Sonunda yukarı baktı. Şaşırmış mıydı yoksa memnun mu kalmıştı? Eric onun
bakışıyla buluşamadı, o yüzden yüzünü zihninde göremedim.
“Kızların teklif ettiğini sanıyordum.” dedi.
“Evet.” diye katıldı perişan halde.
Bu zavallı çocuk beni Mike Newton kadar sinirlendirmedi; ama Bella nazik bir
sesle cevap verene kadar ona acıyamadım.
“Sorduğun için teşekkürler; ama o gün Seattle’da olacağım.”
“Ah,” diye mırıldandı zorlukla gözlerini onun burun hizasına kaldırarak.
“Belki bir dahaki sefere.”
“Tabii.” diye katıldı. Sonra sanki açık kapı bırakmaktan pişman olmuş gibi
dudağını ısırdı. Bundan hoşlandım.
Eric öne doğru çöktü ve uzaklaştı. Yanlış yöne gidiyordu. Tek düşüncesi
kaçmaktı.
Tam o anda yanından geçtim ve rahatlıkla iç çektiğini duydum. Güldüm.
Sese doğru döndü; ama ben direkt önüme bakıp dudaklarımın keyifle
kıvrılmasını engellemeye çalıştım.
Tyler arkamdaydı, Bella uzaklaşmadan önce onu yakalayabilmek için
neredeyse koşuyordu. Diğerlerinden daha cesur ve kendine güvenliydi; Bella’ya
yaklaşmak için bu kadar uzun beklemesinin tek sebebi Mike’ın öncelik hakkına saygı
duymasıydı.
Onu yakalamada başarılı olmasını iki sebepten istiyordum. Eğer –
şüphelendiğim gibi – bütün bu ilgi Bella’yı rahatsız ediyorsa, tepkisini izleyerek
eğlenmek istiyordum; ama eğer değilse – eğer Tyler’ın davetini ümit ediyorsa– bunu
da bilmek istiyordum.
Tyler Crowley’yi rakip olarak görüyordum, bunun yanlış bir şey olduğunu
bile bile. Bana tamamen sıradan görünüyordu; ama Bella’nın tercihleriyle ilgili ne
biliyordum ki? Belki de sıradan erkeklerden hoşlanıyordu…
Bu düşünceden ürktüm. Asla sıradan bir erkek olamazdım. Kendimi onunla
ilgilenenlere rakip olarak görmek çok aptalcaydı. Her bakış açısından bir canavar
olan birinden nasıl hoşlanabilirdi ki?
Bir canavar için çok iyiydi.
Kaçmasına izin vermeliydim; ama bağışlanamaz merakım beni doğru olanı
yapmaktan alıkoydu. Yine. Ancak Tyler şimdi şansını kaçırırsa, onunla iletişime
benim sonucu öğrenemeyeceğim bir zamanda geçecekti. Volvo’mu dar yola koyarak
yolunu tıkadım.
Emmett ve diğerleri arabaya doğru ilerliyorlardı; ama o, garip davranışımı
diğerlerine açıklamıştı ve şimdi beni izleyerek, ne yaptığımı anlayamaya çalışarak
yavaş yavaş yürüyorlardı.
Kızı dikiz aynamdan izledim. Bakışımla buluşmadan arabamın arkasına
öfkeyle baktı, paslanmış bir Chevy yerine tank sürüyor olmayı diliyor gibi
görünüyordu.
Tyler aceleyle arabasına gitti ve anlaşılmaz davranışıma minnettar kalarak
onun arkasındaki sıraya girdi. Ona el salladı; ama Bella fark etmedi. Bir an bekledi,
sonra arabasını bırakıp kamyonetin penceresine doğru gitti. Camı tıklattı.
Bella olduğu yerde zıpladı ve sonra kafası karışarak ona baktı. Bir saniye
sonra zorlanarak pencereyi indirdi.
“Özür dilerim Tyler,” dedi sinirli bir sesle. “Cullen’ın arkasında takıldım.”
Soyadımı sert bir sesle söylemişti – bana hala öfkeliydi.
“Ah, biliyorum.” dedi Tyler, onun rahatsızlığı üzerine yılmayarak. “Sadece
hazır burada sıkışmışken sana bir şey sormak istedim.”
Sırıtışı kendinden emindi.
Açık niyeti üzerine kızın teninin beyazlaşmasından memnun kaldım.
“Bana bahar dansı teklifi eder misin?” diye sordu, aklında reddedilme fikri
olmadan.
“Şehir dışında olacağım Tyler.” Sesinde sinir hala belliydi.
“Evet, Mike söyledi.”
“O zaman niye–?”
Omuz silkti. “Sadece onu reddetmek için bir bahane olduğunu umuyordum.”
Gözlerinde şimşekler çaktı, sonra soğudu. “Üzgünüm Tyler.” dedi, sesi hiçbir
şekilde üzgün değildi. “Gerçekten şehir dışında olacağım.”
Bu bahaneyi kabul etti, kendine güveni hala sağlamdı. “Sorun değil.
Önümüzde balo var.”
Arabasına geri döndü.
Bunu beklemekte haklıydım.
Yüzündeki dehşete düşmüş ifadeye paha biçilemezdi. Bana bilmek için bu
kadar çaresiz olmamam gereken şeyi söylüyordu – onunla ilgilenen insan erkeklere
karşı hiçbir şey hissetmediğini.
Ayrıca, ifadesi muhtemelen gördüğüm en komik şeydi.
Ailem, görüş alanındaki her şeye kaşlarımı çatarak öfkeyle bakmak yerine,
kahkahayla sarsılıyor olmama şaşırarak arabaya vardı.
Bu kadar komik olan ne? Emmett öğrenmek istiyordu.
Bella öfkeyle gürültülü motoru hızlandırdığında yine kahkahalara boğulurken
sadece kafamı salladım. Yine bir tank diliyor gibi görünüyordu.
“Gidelim!” diye tısladı Rosalie sabırsızlıkla. “Geri zekalılık yapmayı kes. Eğer
başarabilirsen.”
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Milkyhead
Gelişmiş Üye
Gelişmiş Üye
Milkyhead


Mesaj Sayısı : 165
Rep Gücü : 965
Rep puanı : 2
Kayıt tarihi : 06/02/09
Yaş : 30
Nerden : KumsaLdan...

Dikkat : Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi)5.Bölüm-Davetler 473972urfuggv5ew


Güç Sistemi
Başarı Puanı:
Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi)5.Bölüm-Davetler Img_left0/0Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi)5.Bölüm-Davetler Empty_bar_bleue  (0/0)
AktifLik:
Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi)5.Bölüm-Davetler Img_left0/0Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi)5.Bölüm-Davetler Empty_bar_bleue  (0/0)
GüçLüLük:
Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi)5.Bölüm-Davetler Img_left0/0Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi)5.Bölüm-Davetler Empty_bar_bleue  (0/0)

Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi)5.Bölüm-Davetler Empty
MesajKonu: Geri: Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi)5.Bölüm-Davetler   Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi)5.Bölüm-Davetler Icon_minitimeCuma Mayıs 29, 2009 10:30 pm

Sözleri beni sinirlendirmedi – çok eğleniyordum. Ancak istediğini yaptım.
Eve giderken kimse benimle konuşmadı. Bella’nın yüzünü düşünerek
gülmeye devam ettim.
Artık görgü tanığı olmadığı için hızlanarak yola döndüğümde Alice ruh
halimi mahvetti.
“Yani, artık Bella’yla konuşabilecek miyim?” diye sordu aniden,
söyleyeceklerini düşünüp bana uyarı vermeden.
“Hayır.” diye çıkıştım.
“Bu hiç adil değil! Neyi bekliyorum?”
“Henüz hiçbir şeye karar verdim Alice.”
“Her neyse Edward.”
Kafasında, Bella’nın iki kaderi yine netti.
“Onu tanımanın anlamı ne,” dedim, aniden suratsızlaşarak, “eğer onu
öldüreceksem?”
Alice bir saniyeliğine durakladı. “Haklısın.” diye itiraf etti.
Son köşeyi saatte doksan mille döndüm ve garajın arka duvarına bir santim
kala durdum.
“İyi koşular.” dedi Rosalie kendini beğenmiş bir tavırla, ben kendimi
arabadan atarken.
Ama bugün koşmaya gitmedim. Onun yerine, avlanmaya gittim.
Diğerleri yarın avlanacaklardı; ama şimdi susuz olmayı göze alamazdım. Yine
abarttım, gerekenden daha fazla içip kendimi şişirdim – küçük bir grup geyik ve
yılın erken zamanında karşılaştığım için şanslı olduğum siyah bir ayı. O kadar
doluydum ki rahatsız ediciydi. Bu niye yeterli olamıyordu? Niye kokusu her şeyden
daha güçlü olmak zorundaydı?
Sonraki güne hazırlık için avlanmıştım; ama daha fazla avlanamayacak
duruma geldiğimde ve güneşin doğmasına daha saatler olduğunu gördüğümde,
ertesi günün yeterince yakın olmadığını fark ettim.
Gidip kızı bulacağımı anladığımda öfke beni tekrar sardı.
Forks’a dönerken kendimle tartıştım; ama daha az asil olan taraf kazandı ve
affedilemez planıma uydum. Canavar huzursuzdu; ama iyi bağlanmıştı. Onunla
aramda güvenli bir mesafe bırakacağımı biliyordum. Sadece nerede olduğunu
bilmek istiyordum. Sadece yüzünü görmek.
Gece yarısını geçmişti, Bella’nın evi karanlık ve sessizdi. Kamyoneti
kaldırımın kenarına park edilmişti, babasının polis arabası yoldaydı. Mahallede
hiçbir yerde uyanık düşünceler yoktu. Evi, doğusundaki ormanın karanlığında bir
süre izledim. Ön kapı büyük ihtimalle kilitli olurdu – problem değildi; ama arkamda
kanıt olarak kırık bir kapı bırakmak istemiyordum. Öncelikle yukarı kat penceresini
denemeye karar verdim. Oraya kilit takmaya uğraşan pek olmazdı.
Açıklığı geçtim ve evin önüne yarım saniyede tırmandım. Pencerenin üzerine
tutunup sarkarken, camdan içeri baktım ve soluğum kesildi.
Bu onun odasıydı. Onu küçük bir yatakta görebiliyordum, örtüleri yerdeydi
ve çarşafı bacaklarının etrafında kıvrılmıştı. Ben izlerken, huzursuzca döndü ve bir
kolunu başının üzerine attı. Sesli uyumuyordu, en azından bu gece. Yakınındaki
tehlikeyi hissetmiş miydi?
Tekrar dönüşünü izlerken kendimi geriye ittim. Hastalıklı bir röntgenci
adamdan nasıl daha iyi olabilirdim? Daha iyi değildim. Çok, çok daha kötüydüm.
Kendimi bırakmak üzere parmaklarımı gevşettim; ama önce yüzüne uzunca
baktım.
Huzurlu değildi. Kaşlarının arasındaki o kıvrım oradaydı ve ağzının kenarları
aşağıya doğru kıvrılmıştı. Dudakları titredi ve sonra ayrıldı.
“Tamam anne.” diye mırıldandı.
Bella uykusunda konuşuyordu.
Merak alevlendi ve kendime olan nefretimi yendi. Korunmasız, bilinçsiz
söylenen düşüncelerin cazibesi inanılmaz derecede çekiciydi.
Pencereyi denedim. Sıkışmış olmasına rağmen, kilitli değildi. Metal
çerçeveden çıkan her sesle sinerek, yavaşça yukarı doğru ittim. Bir sonraki sefer için
yağ bulmam gerekliydi…
Bir sonraki sefer? Tekrar kendimden iğrenerek başımı salladım.
Yavaşça yarı açık pencereden içeri sıyrıldım.
Odası küçüktü – dağınık; ama temiz. Yatağının yanında, yerde toplanmış
kitaplar vardı. Kapakları bana dönük değildi ve ucuz CD çalarının yanına CD’ler
yerleştirilmişti – en üstteki sadece açık bir mücevher kutusuydu. Kağıt kümeleri eski
teknolojiler müzesine bağışlanmışa benzeyen bir bilgisayarı çevreliyordu.
CD’lerinin ve kitaplarının başlıklarını okumayı çok istedim; ama mesafeyi
koruyacağıma dair kendime söz vermiştim; onun yerine gidip odanın uzak
köşesindeki eski sallanan sandalyeye oturdum.
Gerçekten, önceden onun sıradan görünümlü olduğunu düşünmüş müydüm?
O ilk günü ve onunla anında ilgilenen oğlanlardan tiksindiğimi düşündüm; ama
şimdi zihinlerindeki yüzünü hatırladığımda, onu neden hemen güzel bulmadığımı
anlayamıyordum. Bu çok açık gözüküyordu.
Şu anda – beyaz tenli yüzünü karışık ve dağınık bir halde saran koyu renkli
saçlarıyla, deliklerle dolu eski püskü tişörtü ve pejmürde eşofman altıyla,
bilinçsizlikle rahatlamış yüz hatları ve hafifçe aralanmış dudaklarıyla – nefesimi
kesiyordu. Ya da keserdi, diye düşündüm alayla, eğer nefes alıyor olsaydım.
Konuşmadı. Belki de rüyası sona ermişti.
Yüzüne baktım ve geleceği katlanılabilir hale getirmek için bir yol düşünmeye
çalıştım.
Onu incitmek katlanılamazdı. Bu tek seçeneğimin onu tekrar bırakmak olduğu
anlamına mı geliyordu?
Diğerleri artık benimle tartışamazlardı. Yokluğum kimseyi tehlikeye
sokmazdı. Şüphe olmazdı, insanların düşüncelerini o kazaya bağlayacak hiçbir şey
yoktu.
Bu öğleden sonraki gibi bocaladım ve hiçbir şey mümkün gözükmedi.
Bazı insan erkekler onu cezbetse ya da cezbetmese bile ben onlara rakip
olmayı umamazdım. Ben bir canavardım. Beni nasıl başka bir şey olarak görebilirdi?
Eğer benimle ilgili gerçeği bilseydi, bu onu korkutup kaçırırdı. Bir korku filmindeki
kurban gibi korkuyla çığlık atarak kaçardı.
Biyoloji’deki ilk gününü hatırladım… bunun vereceği en doğru tepki
olduğunu biliyordum.
Eğer o salak dansa onu davet eden ben olsaydım, aceleyle yapılmış planlarını
iptal edip benimle beraber gitmeyi kabul edeceğini hayal etmek aptallıktı.
Kaderindeki evet diyeceği kişi ben değildim. Başka biriydi, insan olan ve sıcak
olan biri. Ve ben – bir gün, o evet dendiğinde – kendime gidip onu öldürmek için
izin veremeyecektim, çünkü o her kimse, Bella onu hak ediyor olacaktı. Seçtiği
kişiyle mutluluğu ve aşkı hak ediyordu.
Doğru şeyi yapmayı ona borçluydum; artık, bu kıza aşık olmanın sadece
tehlikesindeymişim gibi davranamazdım.
Sonuçta, gidersem pek bir şey fark etmeyecekti çünkü Bella beni, dilediğim
şekilde asla göremezdi. Beni asla sevmeye değecek biri olarak göremezdi.
Asla.
Ölü, donmuş bir kalp kırılabilir miydi? Benimki kırılacak gibi hissediyordum.
“Edward.” dedi Bella.
Kapalı gözlerine bakarak donakaldım.
Uyanıp beni burada yakalamış mıydı? Uyuyor gibi gözüküyordu, yine de sesi
çok netti.
Sessizce içini çekti ve sonra huzursuzca döndü – hala uyuyordu ve rüya
görüyordu.
“Edward.” diye mırıldandı yavaşça.
Beni düşlüyordu.
Ölü, donmuş bir kalp tekrar atabilir miydi? Benimki atmak üzereymiş gibi
hissediyordum.
“Kal.” diye içini çekti. “Gitme. Lütfen… gitme.”
Rüyasında beni görüyordu ve bu kabus bile değildi. Onunla kalmamı
istiyordu.
Beni saran duygulara isim vermek için uğraştım; ama onları anlatabilecek
kadar güçlü kelimeler yoktu. Uzun bir süre, içlerinde boğuldum.
Yüzeye çıktığımda, önceden olduğum adam değildim.
Hayatım bitmeyen, değişmeyen bir geceydi. Benim için, gereksinim olarak,
her zaman gece olmalıydı. O zaman şu anda, gecemin yarısında, güneşin doğuyor
olması nasıl mümkün olabilirdi?
Vampire dönüştüğüm zaman, o dönüşümün kavurucu acısında, ruhumu ve
ölümlülüğümü, ölümsüzlüğe takas ederken, tamamen donmuştum. Vücudum etten
çok kayaya benzeyen bir şeye dönüşmüştü, değişmez ve dayanıklı. Ben de
donmuştum – kişiliğim, sevdiğim ve sevmediğim şeyler, ruh hallerim ve arzularım;
hepsi oldukları yerde kalmışlardı.
Geri kalanı için de aynıydı. Hepimiz donmuştuk. Yaşayan taşlar.
Değişim birimize geldiğinde, bu nadir ve kalıcı bir şeydi. Bunun Carlisle’ın ve
bir on yıl sonra Rosalie’nin başına geldiğini görmüştüm. Aşk onları sonsuz ve asla
solmayan bir şekilde değiştirmişti. Carlisle Esme’yi bulalı seksen yıldan fazla
olmuştu; ama yine de ona hala ilk aşkın inanılmaz gözleriyle bakıyordu. Onlar için
bu her zaman öyleydi.
Benim için de her zaman böyle olacaktı. Limitsiz var oluşum boyunca, her
zaman bu kırılgan kızı sevecektim.
Bu aşkı vücudumun her zerresinde hissederek bilinçsiz yüzünü izledim.
Şimdi daha huzurlu uyuyordu, dudaklarında hafif bir gülümseme vardı.
Hep onu izleyerek planlar yapmaya başladım.
Onu seviyordum ve o yüzden onu bırakmak için yeterince güçlü olmaya
çalışacaktım. Şimdi o kadar güçlü olmadığımı biliyordum. Bunun üzerinde
çalışacaktım; ama belki, geleceği başka bir şekilde alt edebilirdim.
Alice Bella için sadece iki gelecek görmüştü ve şimdi ikisini de anlıyordum.
Eğer kendime hata yapma izni verirsem, onu sevmek beni onu öldürmekten
alıkoymayacaktı.
Yine de, şimdi canavarı hissedemiyordum, onu içimde hiçbir yerde
bulamıyordum. Belki de, aşk onu sonsuza dek susturmuştu. Eğer onu şimdi
öldürürsem, bu kasıtlı olmayacaktı, sadece feci bir kaza olacaktı.
Aşırı derecede dikkatli olmam gerekecekti. Asla gardımı düşüremeyecektim.
Her nefesimi kontrol etmem gerekecekti. Her zaman ihtiyatlı bir mesafe bırakmam
gerekecekti.
Sonunda ikinci geleceği anlamıştım. O görüş beni şaşırtmıştı – Bella’yı bu
ölümsüz yarı-yaşama tutsak edecek ne olabilirdi ki? Şimdi – bu kıza olan arzumda
mahvolmuşken – babamdan, affedilemez bir bencillikle, bu iyiliği nasıl
isteyebileceğimi anlayabiliyordum. Onu sonsuza dek tutabilmek için babamdan
hayatını ve ruhunu elinden almasını isteyebileceğimi.
Daha iyisini hak ediyordu.
Ama başka bir gelecek daha görüyordum, eğer dengemi sağlayabilirsem
üzerinde yürüyebileceğim ince bir ip.
Bunu yapabilir miydim? Onunla birlikte olup, onu insan bırakabilir miydim?
Kasten, derin bir nefes aldım, ve sonra başka bir soluk. Kokusunun beni ateş
gibi yakıp geçmesine izin verdim. Oda onun kokusuyla doluydu; her yüzeye
yayılmıştı. Başım döndü; ama bununla savaştım. Eğer onunla herhangi bir ilişki
denemesi yapacaksam, buna alışmak zorundaydım. Başka bir yakıcı nefes daha
aldım.
Doğudaki bulutlardan güneş doğmaya başlayana kadar, plan kurup soluk
alarak uyuyuşunu izledim.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Milkyhead
Gelişmiş Üye
Gelişmiş Üye
Milkyhead


Mesaj Sayısı : 165
Rep Gücü : 965
Rep puanı : 2
Kayıt tarihi : 06/02/09
Yaş : 30
Nerden : KumsaLdan...

Dikkat : Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi)5.Bölüm-Davetler 473972urfuggv5ew


Güç Sistemi
Başarı Puanı:
Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi)5.Bölüm-Davetler Img_left0/0Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi)5.Bölüm-Davetler Empty_bar_bleue  (0/0)
AktifLik:
Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi)5.Bölüm-Davetler Img_left0/0Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi)5.Bölüm-Davetler Empty_bar_bleue  (0/0)
GüçLüLük:
Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi)5.Bölüm-Davetler Img_left0/0Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi)5.Bölüm-Davetler Empty_bar_bleue  (0/0)

Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi)5.Bölüm-Davetler Empty
MesajKonu: Geri: Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi)5.Bölüm-Davetler   Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi)5.Bölüm-Davetler Icon_minitimeCuma Mayıs 29, 2009 10:31 pm

Eve diğerleri okul için çıktıktan hemen sonra vardım. Esme’nin sorgulayan
gözlerini görmezden gelerek üzerimi hızlıca değiştirdim. Yüzümdeki heyecanlı ışığı
görmüştü ve hem endişe, hem de rahatlık hissetmişti. Uzun bunalımım acı
çekmesine neden olmuştu. Şimdi bitmiş gibi gözükmesine sevinmişti.
Okula koştum ve kardeşlerimden birkaç saniye sonra okula vardım. En
azından Alice burada asfaltı çevreleyen ağaçların arasında olduğumu bilmesine
rağmen hiçbiri dönmedi. Kimse bakmayana kadar bekledim ve sonra ağaçlardan
park yerine doğru yürüdüm.
Bella’nın kamyonetinin gürültüsünü köşede duydum ve bir Suburban’ın
arkasında, görünmeden izleyebileceğim bir yerde durdum.
Suratı asık halde park yerine girdi, en uzak yerlerden birine park etmeden
önce uzun süre Volvo’ma öfkeyle baktı.
Muhtemelen hala bana sinirli olduğunu – ve iyi bir sebeple – hatırlamak
garipti.
Kendime gülmek istedim – ya da kendimi tekmelemek. Eğer benden
hoşlanmıyorsa bütün planlarım tartışılabilirdi değil mi? Rüyası tamamen rastgele bir
şeyle ilgili de olabilirdi. Kendini beğenmiş aptalın tekiydim.
Eh, eğer benimle ilgilenmiyorsa onun için çok daha iyi olurdu. Bu benim onun
peşinden koşmayı bırakmamı sağlamazdı; ama bu sırada ona eşit olarak uyarı da
verecektim. Bunu ona borçluydum.
Yavaşça ilerledim, en iyi şekilde nasıl yaklaşabileceğimi düşünerek.
İşimi kolaylaştırdı. Çıkarken kamyonetinin anahtarları parmaklarından kaydı
ve derin bir su birikintisine düştü.
Eğildi; ama ben daha önce ulaştım ve elini soğuk suya sokmak zorunda
kalmadan önce aldım.
Şaşırıp dikelirken kamyonetine yaslandım.
“Bunu nasıl yapıyorsun?” diye sordu.
Evet, hala kızgındı.
Anahtarı uzattım. “Neyi?”
Elini uzattı ve anahtarı avucuna bıraktım. Kokusunu içime çekerek derin bir
nefes aldım.
“Aniden ortaya çıkmayı.” diye açıkladı.
“Bella, eğer sen dikkatli değilsen bu benim hatam değil.” Sözler alaycı,
neredeyse şakaydı. Görmediği başka bir şey var mıydı?
Sesimin onun ismini nasıl okşadığını duymuş muydu?
Espri anlayışımı beğenmeyerek öfkeyle bana baktı. Kalp atışı hızlandı –
öfkeden mi? Korkudan mı? Bir süre sonra aşağıya baktı.
“Dünkü trafik sıkışıklığı nedendi?” diye sordu gözlerime bakmayarak. “Ben
yokmuşum gibi davranacağını sanıyordum, beni sinirden öldürmeye çalışacağını
değil.”
Hala çok öfkeliydi. Onunla işleri düzeltmek için biraz uğraşmam gerekecekti.
Dürüst davranma çözümümü hatırladım…
“O Tyler’ın iyiliği içindi, kendim için değil. Ona bu şansı vermeliydim.” Ve
sonra güldüm. Dünkü yüz ifadesini düşününce kendime engel olamadım.
“Sen–” diye soludu ve sonra lafını kesti, bitirmek için çok sinirli gözüküyordu.
İşte – aynı ifade vardı yüzünde. Başka bir kahkahayı yuttum. Şimdiden
yeterince öfkeliydi.
“Ve sen yokmuşsun gibi de davranmıyorum.” diye bitirdim. Bunu sıradan,
alaycı tutmak en doğrusuydu. Eğer gerçekte ne hissettiğimi görmesine izin verirsem,
anlamazdı. Onu korkuturdu. Duygularımı kontrol altında tutmam gerekliydi…
“O zaman beni sinirden öldürmek mi istiyorsun? Tyler’ın minibüsü işi
halletmediğine göre?”
Ani bir öfke beni çarptı. Buna gerçekten inanabilir miydi?
Bu kadar gücenmem mantıksızdı – dün gece geçirdiğim değişimi bilmiyordu;
ama yine de öfkeliydim.
“Bella gerçekten abes davranıyorsun.”
Yüzü kızardı ve bana arkasını döndü. Uzaklaşmaya başladı.
Vicdan azabı. Öfkelenmeye hakkım yoktu.
“Bekle.” diye rica ettim.
Durmadı o yüzden onu takip ettim.
“Özür dilerim, bu kabaydı. Gerçek değil demiyorum” – ona zarar herhangi bir
şekilde zarar vermek istediğimi hayal etmek saçmaydı – “ama yine de bunu
söylemek kabalıktı.”
“Niye beni yalnız bırakmıyorsun?”
İnan bana, demek istedim. Denedim.
Ah, ayrıca sana perişan bir şekilde aşığım.
Umursamaz tut.
“Sana bir şey sormak istiyordum; ama konuyu değiştirdin.”
“Senin çift kişilik problemin mi var?” diye sordu.
Mutlaka öyle gözüküyor olmalıydı. Ruh halim değişkendi, çok fazla yeni
duyguyla tanışıyordum.
“Yine aynı şeyi yapıyorsun.”
İç çekti. “İyi o zaman. Ne sormak istiyorsun?”
“Merak ediyordum da, haftaya cumartesi…” Yüzünden şok geçtiğini gördüm
ve başka bir kahkahayı daha geri yuttum. “Biliyorsun, bahar dansı günü–”
Sonunda gözlerini benimkilere çevirip sözümü kesti. “Komik olmaya mı
çalışıyorsun?”
Evet. “Bitirmeme izin verir misin?”
Dişlerini yumuşak alt dudağına bastırarak sessizce bekledi.
Bu görüntü bir saniyeliğine dikkatimi dağıttı. Garip, yabancı reaksiyonlar,
unutulmuş insan özümü hareketlendirdi. Rolümü oynayabilmek için onlardan
kurtulmaya çalıştım.
“O gün Seattle’a gideceğini duydum ve birinin seni bırakmasını isteyip
istemeyeceğini merak ediyordum.” Fark etmiştim ki, planlarını paylaşmak, onu
bunlarla ilgili sorguya çekmekten daha iyiydi.
Bana boş bir yüz ifadesiyle baktı. “Ne?
“Seni Seattle’a birinin bırakmasını ister misin?” Bir arabada onunla yalnız
olma fikri boğazımı yaktı. Derin bir nefes aldım. Buna alış.
“Kimin?” diye sordu, gözleri yine büyümüştü ve şaşkındı.
“Benim tabii ki.” dedim yavaşça.
“Niye?”
Ona eşlik etmeyi istemem gerçekten o kadar büyük bir şok muydu? Önceki
davranışlarıma mutlaka en kötü anlamı yüklemiş olmalıydı.
“Eh,” dedim mümkün olduğunca sıradan bir sesle, “Önümüzdeki haftalarda
ben de Seattle’a gitmek istiyordum ve dürüst olmak gerekirse kamyonetinin bunu
başarabileceğinden emin değilim.” Onunla alay etmek, kendime ciddi olma izni
vermekten daha güvenli görünüyordu.
“Kamyonetim gayet iyi durumda, yine de ilgin için teşekkürler.” dedi aynı
şaşırmış sesle. Tekrar yürümeye başladı. Adımlarımı ona uydurdum.
Gerçekten hayır dememişti, o yüzden bu avantajı zorladım.
Hayır der miydi? Eğer derse ben ne yapardım?
“Ama kamyonetin bir depo benzinle oraya gidebilecek mi?”
“Bunun seni niye ilgilendirdiğini anlayamıyorum.” diye homurdandı.
Bu da hayır değildi ve kalp atışı ile soluk alıp verişi hızlanmıştı.
“Kısıtlı kaynakların boşuna harcanması herkesi ilgilendirir.”
“Açıkçası Edward, seni anlayamıyorum. Arkadaşım olmak istemediğini
sanıyordum.”
İsmimi söylediğinde bir heyecan dalgası beni çarptı.
Aynı anda nasıl hem normal hem de dürüst olabilirdim? Dürüst olmak daha
önemliydi. Özellikle bu noktada.
“Arkadaş olmazsak daha iyi olur dedim, istemediğimden değil.”
“Ah, teşekkürler. Şimdi her şey açığa çıktı.” dedi alayla.
Kafeteryan çatısının altında durakladı ve gözleri tekrar benimkilerle buluştu.
Kalp atışları tekledi. Korkmuş muydu.
Kelimelerimi dikkatle seçtim. Hayır, ben onu bırakamazdım; ama belki o çok
geç olmadan beri bırakmasına yetecek kadar akıllı davranırdı.
“Arkadaşım olmaman senin için daha… iyi olur.” Gözlerinin erimiş çikolata
rengi derinliklerine bakarken, umursamaz davranma becerimi kaybettim. “Ama
senden uzak durmaya çalışmaktan yoruldum Bella.” Kelimeler çok, çok hararetle
çıktı.
Nefes alıp verişi durdu ve tekrar başlaması için geçen bir saniyede bu beni
endişelendirdi. Onu ne kadar korkutmuştum? Eh, öğrenecektim.
“Benimle Seattle’a gelir misin?” diye sordum.
Kalbi yüksek sesle atarak başını salladı.
Evet. O bana evet demişti.
Ama sonra bilincim beni tokatladı. Bu ona neye mal olacaktı?
“Gerçekten benden uzak durmalısın.” diye uyardım. Beni duymuş muydu?
Onu tehdit ettiğim gelecekten kaçar mıydı? Onu kendimden kurtarmak için hiçbir şey
yapamaz mıydım?
Umursamaz davran, diye bağırdım kendime. “Sınıfta görüşürüz.”
Oradan kaçarken, kendimi koşmaktan alıkoymak için odaklanmam gerekti.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi)5.Bölüm-Davetler
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Herşey Gülümse(t)mek İçin...:)) :: » ● » Forum Kütüphanesi « ● « :: Roman Özetleri-
Buraya geçin: