Herşey Gülümse(t)mek İçin...:))
Forumumuzdan Daha iyi yararLanabiLmek İçin üye oLmaLısınız =)
Herşey GuLumse(t)mek İçin.. :)
Herşey Gülümse(t)mek İçin...:))
Forumumuzdan Daha iyi yararLanabiLmek İçin üye oLmaLısınız =)
Herşey GuLumse(t)mek İçin.. :)
Herşey Gülümse(t)mek İçin...:))
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Herşey Gülümse(t)mek İçin...:))

****
 
AnasayfaAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi) 3.Bölüm-Olağanüstü olay

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Milkyhead
Gelişmiş Üye
Gelişmiş Üye
Milkyhead


Mesaj Sayısı : 165
Rep Gücü : 965
Rep puanı : 2
Kayıt tarihi : 06/02/09
Yaş : 30
Nerden : KumsaLdan...

Dikkat : Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi) 3.Bölüm-Olağanüstü olay 473972urfuggv5ew


Güç Sistemi
Başarı Puanı:
Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi) 3.Bölüm-Olağanüstü olay Img_left0/0Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi) 3.Bölüm-Olağanüstü olay Empty_bar_bleue  (0/0)
AktifLik:
Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi) 3.Bölüm-Olağanüstü olay Img_left0/0Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi) 3.Bölüm-Olağanüstü olay Empty_bar_bleue  (0/0)
GüçLüLük:
Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi) 3.Bölüm-Olağanüstü olay Img_left0/0Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi) 3.Bölüm-Olağanüstü olay Empty_bar_bleue  (0/0)

Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi) 3.Bölüm-Olağanüstü olay Empty
MesajKonu: Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi) 3.Bölüm-Olağanüstü olay   Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi) 3.Bölüm-Olağanüstü olay Icon_minitimeCuma Mayıs 29, 2009 10:02 pm

3. Olağanüstü Olay


Aslında susamamıştım; ama o gece tekrar avlanmaya karar verdim. Küçük bir
önlem, yetersiz olacağını bilmeme rağmen.
Carlisle benimle geldi; Denali’den döndüğümden beri hiç yalnız kalmamıştık.
Kara ormanda beraber koşarken, onun geçen haftaki acele vedayı düşündüğünü
duydum.
Anısında, yüz hatlarımın çaresizlikle kıvrandığını gördüm. Şaşkınlığını ve ani
endişesini hissettim.
“Edward?”
“Gitmeliyim Carlise. Gitmek zorundayım, şimdi.”
“Ne oldu?”
“Hiçbir şey. Henüz. Ama olacak, eğer kalırsam.”
Koluma uzanmıştı. Elinden çekindiğimde onu nasıl incittiğimi hissettim.
“Anlamıyorum.”
“Sen hiç… hiçbir zaman…”
Kendimi derin bir nefes alırken izledim, derin endişesinden doğru
gözlerimdeki vahşi ışığı gördüm.
“Hiç sana diğerlerinden daha güzel kokan biri oldu mu? Çok daha güzel?
“Ah.”
Anladığını gördüğümde, yüzüm utançla düşmüştü. Bana dokunmak için
uzanmış, tekrar geri çekilmemi görmezden gelerek sol elini omzuma koymuştu.
“Direnmek için yapman gerekeni yap oğlum. Seni özleyeceğim. İşte, benim arabamı al.
O daha hızlı.”
Şimdi, o zaman beni göndererek doğru şeyi yapıp yapmadığını merak
ediyordu. Güvensizliğiyle beni incitip incitmediğini.
“Hayır.” diye fısıldadım koşarken. “İhtiyacım olan şey oydu. Eğer kalmamı
söyleseydin, güvenine kolaylıkla ihanet edebilirdim.”
“Acı çektiğin için üzgünüm Edward; ama Swan kızını hayatta tutabilmek için
yapman gerekeni yapmalısın. Tekrar gitmemiz gerekse bile.”
“Biliyorum, biliyorum.”
“Niye geri geldin? Burada olmandan mutlu olduğumu biliyorsun; ama eğer
çok zorsa…”
“Ödlek gibi hissetmeyi sevmiyorum.” diye itiraf ettim.
Yavaşladık – şimdi karanlığın içinde tempolu koşuyorduk.
“Onu tehlikeye atmaktan daha iyidir. Bir ya da iki sene sonra gitmiş olacak.”
“Haklısın, bunu biliyorum.” Aksine, kelimeleri beni sadece kalmaya daha
istekli hale getirdi. Kız bir ya da iki sene içinde gidecekti…
Carlisle koşmayı bıraktı ve ben de onunla birlikte durdum; ifademi incelemek
için döndü.
Ama kaçmayacaksın değil mi?
Başımı eğdim.
Gurur mu Edward? Bunda utanılacak hiçbir şey–
“Hayır, beni burada tutan gurur değil. Şimdi değil.”
Gidecek yerin olmaması mı?
Kısaca güldüm. “Hayır. Bu beni durdurmazdı, eğer kendimi
gönderebilseydim.”
“Seninle geliriz tabii ki, eğer ihtiyacın olan buysa. Sadece sorman gerekli. Sen
kalanı için şikayet etmeden taşındın. Sana bunu çok görmezler.”
Kaşımı kaldırdım.
Güldü. “Evet, Rosalie görebilir; ama sana borcu var. Zaten şimdi ayrılmamız
bir hayat sonlandıktan sonra gitmemizden daha iyi, hiç hasar vermeden.” Sona
doğru bütün mizah silinmişt.
Kelimelerinden irkildim.
“Evet.” diye katıldım. Sesim boğuk çıktı.
Ama gitmiyorsun?
İç çektim. “Gitmeliyim.”
“Seni burada tutan ne Edward? Anlayamıyorum…”
“Açıklayıp açıklayamayacağımı bilmiyorum.” Kendime bile. Hiçbir mana
çıkartamıyordum.
Uzun bir süre yüz ifademi ölçtü.
Hayır, anlayamıyorum; ama eğer istersen mahremiyetine saygı duyarım.
“Teşekkürler. Bu çok cömertçe, benim kimseye mahremiyet vermediğimi
düşünürsek.” Bir istisna dışında… ve onu bu özellikten mahrum bırakabilmek için
elimden geleni yapıyordum değil mi?
Hepimizin acayiplikleri var. Tekrar güldü. Başlayalım mı?
Küçük bir geyik sürüsünün kokusunu yakalamıştı. Çok fazla istek duymak
zordu, en iyi şartlar altında bile, ağız sulandırıcı bir aroma değildi. Şu anda, kızın
kanının anısı zihnimdeyken, koku aslında midemi bulandırıyordu.
İç çektim. “Başlayalım.” deyip kabul ettim, boğazımdan daha fazla kan
geçmesinin çok az yardım edeceğini bilmeme rağmen.
İkimiz de avlanmak üzere çömeldik ve çekici olmayan kokunun bizi sessizce
ileri götürmesine izin verdik.
Eve döndüğümüzde daha soğuktu. Eriyen kar donmuştu; sanki ince bir
tabaka cam her şeyi kaplamış gibiydi – her çam iğnesini, her eğreltiotu yaprağını, her
çimi buz tutmuştu.
Carlisle hastanedeki erken mesaisi için giyinmeye gittiğinde, nehrin kıyısında
kalıp güneşin doğmasını bekledim. Tükettiğim kan miktarı nedeniyle neredeyse
şişmiş hissediyordum; ama kızın yanına tekrar oturduğumda bunun çok az şey ifade
edeceğini biliyordum.
Üzerine oturduğum taş kadar soğuk ve hareketsiz halde buzlu kıyının
yanında akan karanlık suyu izledim.
Carlisle haklıydı. Forks’tan ayrılmalıydım. Yokluğumu açıklamak için bir
öykü yayabilirlerdi. Avrupa’da yatılı okul. Uzak akrabaları ziyaret. Ergen kaçak.
Hikayenin bir önemi yoktu. Kimse çok derin sorgulamazdı.
Sadece bir ya da iki yıl, ve sonra kız kaybolacaktı. Hayatına devam edecekti –
devam edeceği bir hayatı olacaktı. Bir yerlerde üniversiteye gidecek, yaşlanacak, bir
kariyere başlayacak, belki de biriyle evlenecekti. Bunu resmedebiliyordum – kızı,
beyazlar içinde, kolu babasınınkinde, ölçülü adımlarla yürürken görebiliyordum.
Garipti, bu görüntünün bana verdiği acı. Anlayamadım. Benim asla sahip
olamayacağım bir geleceği olduğu için onu kıskanıyor muydum? Bu mantıklı
gelmiyordu. Etrafımdaki insanların her birinin önünde aynı potansiyel vardı – bir
hayat – ve ben onlara imrenmeyi nadiren bırakıyordum.
Onu geleceğine bırakmalıydım, hayatını riske atmayı kesmeliydim. Doğru
olan buydu. Carlisle her zaman doğru yolu seçerdi. Şimdi onu dinlemeliydim.
Güneş bulutların arkasında doğdu ve zayıf ışık, donmuş bütün camı
parıldattı.
Bir gün daha, diye karar verdim. Onu bir kere daha görecektim. Bunun
üstesinden gelebilirdim. Belki kararlaştırılmış gidişimden bahseder, hikayeyi
yaratırdım.
Bu zor olacaktı; şimdiden bana kalmak için mazeretler düşündüren kuvvetli
isteksizliği hissedebiliyordum – mühleti uzatmak için, iki gün, üç, dört… ama doğru
olanı yapacaktım. Carlisle’ın öğüdüne güvenebileceğimi biliyordum, kendi başıma
doğru kararı verebilmek için fazla çekişme içinde olduğumu da.
Çok fazla çekişme içinde. Bu isteksizliğin ne kadarı saplantı haline gelmiş
merakımdan, ne kadarı tatmin olmamış susuzluğumdan geliyordu?
Okula gitmeden üzerimi değiştirmek için eve girdim.
Alice üçüncü katın kenarında, en üst basamakta oturmuş beni bekliyordu.
Yine gidiyorsun, diye suçladı.
İç çektim ve başımı salladım.
Bu sefer nereye gittiğini göremiyorum.
“Henüz nereye gideceğimi bilmiyorum.” dedim fısıldayarak.
Kalmanı istiyorum.
Kafamı iki yana salladım.
Belki Jazz ile ben seninle geliriz?
“Eğer onları gözetmek için burada olmazsam sana daha çok ihtiyaçları olacak.
Ayrıca Esme’yi düşün, ailesinin yarısını ondan bir hamlede alabilir misin?”
Onu çok üzeceksin.
“Biliyorum. İşte bu yüzden sizin kalmanız gerekli.”
Senin burada olmanla aynı değil, bunu biliyorsun.
“Evet; ama doğru olanı yapmak zorundayım.”
Pek çok doğru ve pek çok yanlış yol var gerçi, değil mi?
Kısa bir anlığına garip görüşlerinden birine sürüklenmişti; belirsiz görüntüler
gelip geçer ve dönerken onunla birlikte izledim. Kendimi anlam veremediğim garip
gölgelerin arasında gördüm – sisli, kesin olmayan şekiller. Sonra, aniden tenim
küçük, açık bir çayırlıkta, parlak gün ışığında parıldıyordu. Burası bildiğim bir
yerdi.Çayırlıkta benimle birlikte bir figür vardı; ama yine, belirsizdi, tanınacak kadar
orada değildi. Görüntüler, milyonlarca küçük seçim geleceği tekrar düzenlerken
titredi ve kayboldu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Milkyhead
Gelişmiş Üye
Gelişmiş Üye
Milkyhead


Mesaj Sayısı : 165
Rep Gücü : 965
Rep puanı : 2
Kayıt tarihi : 06/02/09
Yaş : 30
Nerden : KumsaLdan...

Dikkat : Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi) 3.Bölüm-Olağanüstü olay 473972urfuggv5ew


Güç Sistemi
Başarı Puanı:
Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi) 3.Bölüm-Olağanüstü olay Img_left0/0Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi) 3.Bölüm-Olağanüstü olay Empty_bar_bleue  (0/0)
AktifLik:
Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi) 3.Bölüm-Olağanüstü olay Img_left0/0Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi) 3.Bölüm-Olağanüstü olay Empty_bar_bleue  (0/0)
GüçLüLük:
Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi) 3.Bölüm-Olağanüstü olay Img_left0/0Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi) 3.Bölüm-Olağanüstü olay Empty_bar_bleue  (0/0)

Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi) 3.Bölüm-Olağanüstü olay Empty
MesajKonu: Geri: Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi) 3.Bölüm-Olağanüstü olay   Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi) 3.Bölüm-Olağanüstü olay Icon_minitimeCuma Mayıs 29, 2009 10:03 pm

“Pek bir şey yakalayamadım.” dedim Alice’e, görüşleri karardığında.
Ben de. Geleceğin o kadar çok değişiyor ki, hiçbirine yetişemiyorum; ama sanırım…
Durakladı ve benimle ilgili yakın zamanlı başka görüşlerini kafasından
geçirdi. Hepsi aynıydı – bulanık ve belirsiz.
“Sanırım bir şey değişiyor gerçi” dedi sesli olarak. “Hayatın bir dönüm
noktasında gibi görünüyor.”
Vahşice güldüm. “Karnavallardaki sahte çingeneler gibi konuştuğunun
farkındasın değil mi?”
Bana dil çıkardı.
“Bugün sorun yok ama, değil mi?” dedim, sesim aniden kaygılı hale gelmişti.
“Kimseyi öldürdüğünü görmüyorum.” diye temin etti beni.
“Teşekkürler Alice.”
“Git giyin. Ben hiçbir şey söylemeyeceğim – sen hazır olduğun zaman
diğerlerine söylersin.”
Ayağa kalktı ve merdivenlerden aşağı ok gibi fırladı, omuzları biraz
kamburlaşmıştı. Seni özleyeceğim. Gerçekten.
Evet, ben de onu gerçekten özleyecektim.
Okula sessizlik içinde gittik. Jasper, Alice’in bir şeye üzüldüğünü
söyleyebilirdi; ama eğer konuşmak isteseydi çoktan anlatmış olacağını biliyordu.
Emmett ile Rosalie hiçbir şeyin farkında değillerdi, anlarından birini yaşıyor,
birbirlerinin gözlerine hayranlıkla bakıyorlardı – dışarıdan izlendiğinde oldukça
tiksinçti. Hepimiz birbirlerine nasıl çılgınca aşık olduklarının farkındaydık. Ya da
belki de sadece ben, yalnız olan tek kişi olduğum için durumu acı karşılıyordum.
Bazı günler, üç çift kusursuz eşleşmiş aşıkla yaşamak diğerlerinden daha zordu.
Bugün, onlardan biriydi.
Belki de, ben şimdiye kadar olmam gereken yaşlı adam gibi ters, sinirli ve
kavgacı halde ortalarda dolanmayınca daha mutlu olurlardı.
Tabii ki, okula ulaşır ulaşmaz yaptığım ilk şey kızı aramak oldu, sadece
kendimi tekrar hazırlamak.
Doğru.
Dünyamın aniden onun dışında bomboş gözükmesi utandırıcıydı – bütün
varlığımın merkezi artık kendim yerine o kızdı.
Bunu anlamak kolaydı gerçi, gerçekten; seksen yıl her gün ve gece aynı şeyleri
yaşadıktan sonra herhangi bir değişiklik soğurma noktası haline geliyordu.
Daha okula varmamıştı; ama uzaktaki kamyonetinin motorunun gök
gürültüsüne benzeyen sesini duyabiliyordum. Beklemek için arabaya yaslandım.
Diğerleri direkt sınıflarına giderken Alice benimle kaldı. Aşırı düşkünlüğümden
sıkılmışlardı – bir insanın, ne kadar nefis kokuyor olursa olsun, ilgimi bu kadar uzun
süre çekiyor olması onlara anlaşılmaz geliyordu.
Kız yavaşça görüşüme girdi, gözleri dikkatle yoldaydı, elleri direksiyonu
sımsıkı kavramıştı. Bir şeyden dolayı gergin görünüyordu. Bunun ne olduğunu
anlamam, her insanın ifadesinin benzer olduğunu fark etmem bir saniyemi aldı. Ah,
yol buz yüzünden kaygandı ve hepsi daha dikkatli sürmeye çalışıyordu. Riski
ciddiye aldığını görebiliyordum.
Bu, karakteriyle ilgili öğrendiklerimle uyuşuyordu. Küçük listeme ekledim:
Ciddi biriydi, sorumluluk sahibi biri.
Benden çok uzağa park etmedi; ama burada durup ona baktığımı henüz fark
etmemişti. Ettiğinde ne yapacağını merak ettim. Kızarıp uzaklaşır mıydı? Bu ilk
tahminimdi; ama belki bakmaya devam ederdi. Belki gelip benimle konuşurdu.
Derin bir nefes alarak umutla ciğerlerimi doldurdum, her ihtimale karşı.
Kamyonetinden dikkatle çıkıp, ağırlığını vermeden önce kaygan zemini
kontrol etti. Yukarı bakmadı. Bu beni rahatsız etti. Belki ben gidip onunla
konuşurdum…
Hayır, bu yanlış olurdu.
Okula doğru dönmek yerine adımlarına güvenemeyerek kamyonetinin yanına
yapışıp aracın arkasına yöneldi. Bu beni gülümsetti ve Alice’in gözlerini yüzümde
hissettim. Düşündüğü her neyse onu dinlemedim – kızın kar zincirlerini kontrol
edişini izlerken çok eğleniyordum. Ayağının yerde kayış şekline bakılırsa gerçekten
düşme tehlikesi var gibi görünüyordu. Başka kimse sorun yaşamıyordu – en kaygan
yere mi park etmişti?
Yüzünde garip bir ifadeyle orada durakladı. Bu… hassas mıydı? Sanki
tekerleklerle ilgili bir şey onu… duygulandırmış gibi?
Merak yine susuzluk gibi acıttı. Sanki onun ne düşündüğünü bilmek
zorundaymışım gibiydi – sanki başka hiçbir şeyin önemi yokmuş gibi.
Gidip onunla konuşacaktım. Zaten bir ele ihtiyacı varmış gibi görünüyordu,
en azından kaygan asfalttan kurtulana kadar. Tabii, ona bunu teklif edemezdim değil
mi? Kararsız kalarak durakladım. Kara karşı olan düşüncelerine bakılırsa, soğuk,
beyaz elimin dokunuşunu hoş karşılamazdı. Eldiven giymeliydim–
“HAYIR!” diye soludu Alice.
Anında, zayıf bir seçim yaptığımı ve beni affedilmez bir şey yaparken
gördüğünü tahmin ederek düşüncelerini taradım; ama bunun benimle hiçbir ilgisi
yoktu.
Tyler Crowley, park yerine tedbirsiz bir hızla girmeyi seçmişti. Bu seçim onun
buz üzerinde savrulmasına yol açacaktı.
Görüş, gerçeklikten sadece yarım saniye önce gelmişti. Tyler’ın minibüsü
köşeyi dönerken ben hala Alice’in dudaklarından o dehşet dolu soluğu çıkaran
sonucu izliyordum.
Hayır, bu görüşün benimle hiç ilgisi yoktu; ama yine de beni tamamen
ilgilendiriyordu, çünkü Tyler’ın minibüsü – tekerlekler şu anda buza olabilecek en
kötü açıyla çarpıyordu – park yeri boyunca dönecek ve dünyamın davetsiz odak
noktası olan kıza çarpacaktı.
Alice’in gelecek görüşü olmadan bile, Tyler’ın kontrolünden çıkan aracın
yörüngesini görmek yeterince kolay olurdu.
Kamyonetinin en yanlış yerinde duran kız, kayan tekerleklerin sesinin
şaşkınlığıyla başını kaldırdı. Direkt olarak dehşet dolu gözlerime baktı ve sonra
yaklaşan ölümünü izlemek üzere döndü.
O olmaz! Kelimeler kafamın içine başkasına aitlermiş gibi çınladı.
Hala Alice’in düşüncelerine kilitli halde, geleceğin aniden değiştiğini gördüm;
ama sonucun ne olacağını görecek vaktim yoktu.
Kendimi kayan minibüs ile kızın arasına attım. O kadar hızlı hareket
ediyordum ki, odak noktam dışında her şey hızla geçen bir bulanıklıktan ibaretti.
Beni görmedi – hiçbir insan gözü uçuşumu takip edemezdi – hala vücudunu
kamyonetinin metal çerçevesine yapıştırıp ezecek kocaman şekli izliyordu.
Olmama ihtiyacı olacağı kadar yumuşak davranmak için çok fazla acele
içinde, onu belinden yakaladım. İnce şeklini yoldan çektiğim, saniyenin yüzde biri
sürede ve kollarımda onunla yere çarptığım anda, narin, kırılgan vücudunun canlı
şekilde farkındaydım.
Başının buza çarptığını duyduğumda, ben de buz kesmişim gibi hissettim.
Ama durumuna bakmak için tam bir saniyem olmadı. Arkamızda, minibüsün
kızın kamyonetinin demir gövdesinin etrafında bükülürken gıcırdadığını duydum.
Rotasını değiştiriyordu, kavis çizerek tekrar onun için geliyordu – sanki kız onu bize
doğru çeken bir mıknatısmış gibi.
Bayanların yanında asla söylemediğim bir kelime kenetlenmiş dişlerimin
arasından kaydı.
Şimdiden sınırı geçmiştim. Onu yoldan çekmek için havada neredeyse
uçarken, yapmakta olduğum hatanın tamamen farkındaydım. Beni durdurmayacak
bir hata olduğunu biliyordum; ama aldığım riskten – sadece kendim için değil, ailem
için de aldığım riskten – habersiz değildim.
Teşhir.
Ve bu kesinlikle yardımcı olmayacaktı; ama minibüsün, kızın hayatını almak
için yaptığı ikinci denemede başarılı olmasına izin vermemin imkanı yoktu.
Onu bıraktım ve aracı kıza dokunmadan yakaladım. Kuvveti beni kamyonetin
yanında park eden arabaya itti ve çerçevesinin omuzlarımın arkasında büküldüğünü
hissettim. Minibüs teslim olmayan ellerimin engeline karşı titredi ve iki tekerleğin
üzerinde dengesizce durdu.
Eğer ellerimi hareket ettirirsem, minibüsün arka tekerlekleri onun
bacaklarının üzerine düşecekti.
Ah, kutsal olan her şeyin aşkına, felaketler hiç bitmez miydi? Kötü gidebilecek
başka bir şey var mıydı? Burada minibüsü havada tutarak, oturup kurtarılmayı
bekleyemezdim. Aracı atamazdım da, söz konusu bir sürücü vardı, düşünceleri
panik yüzünden tutarsızdı.
İçimden inleyerek minibüsü ittim, bu sayede bir anlığına bizden uzağa doğru
sallandı. Tekrar bana doğru düşerken sağ elimle altından yakaladım ve sol kolumu
tekrar kızın beline dolayarak onu aracın altından çektim. Bacaklarının açıkta
kalmaması için onu çekerken vücudu gevşekçe hareket etti – bilinci yerinde miydi?
Hazırlıksız kurtarma girişimimde ona ne kadar zarar vermiştim?
Şimdi onu incitemeyeceği için minibüsü bıraktım. Asfalta çarptı, bütün camlar
titredi.
Bir krizin ortasında olduğumu biliyordum. Ne kadarını görmüştü? Kızın
yanında aniden belirdiğimi ve sonra onu ezmesini engellemeye çalışırken minibüsü
havada tuttuğumu gören olmuş muydu? En büyük endişem bu sorular olmalıydı.
Ama teşhir tehdidine gerektiği kadar ihtimam göstermek için fazla
endişeliydim. Kızı koruma çabam sırasında onu kendim incitmiş olabileceğim için
çok fazla panik içindeydim. Kendime nefes alma izni verirsem ne kokusu alacağımı
bilerek onu bu kadar yakınımda tuttuğum için çok korkuyordum. Benimkine
bastırdığım yumuşak vücudunun sıcaklığının çok farkındaydım – ceketlerimizin
çifte engeline rağmen, o sıcaklığı hissedebiliyordum…
İlki en büyük korkuydu. Görgü tanıklarının çığlıkları etrafımızı sardığında,
yüzünü incelemek, bilincinin yerinde olup olmadığına bakmak için – şiddetle hiçbir
yerinden kanamadığını umarak – ona doğru eğildim.
Gözleri açıktı, şok içinde bakıyorlardı.
“Bella?” diye sordum aceleyle. “İyi misin?”
“İyiyim.” Kelimeleri istemsizce, şaşkın bir sesle söyledi.
Rahatlık, o kadar harika ki neredeyse sızı, onun sesiyle beni sardı. Dişlerimin
arasından bir nefes aldım ve boğazımdaki yanmayı sorun etmedim. Neredeyse hoş
karşıladım.
Oturmak için çabaladı; ama ben onu bırakmak için hazır değildim. Bir
şekilde… daha güvenli hissettiriyordu? En azından daha iyi.
“Dikkatli ol.” diye uyardım. “Sanırım başını oldukça sert çarptın.”
Taze kan kokusu yoktu – bir lütuf – ama bu iç hasar olmayacağı anlamına
gelmiyordu. Aniden onu Carlisle’a ve tam bir radyoloji donanımına götürmek için
istekliydim.
“Ah.” dedi, sesi haklı olduğumu anlarken komik bir şekilde şaşkındı.
“Ben de öyle düşünmüştüm.” Rahatlık bunu bana göre komik hale getirmişti,
neredeyse başımı döndürmüştü.
“Nasıl…” Sesi kesildi, göz kapakları titredi. “Buraya nasıl o kadar çabuk
gelebildin?”
Ferahlık ekşidi, neşe silindi. Çok şey fark etmişti.
Kızın durumunun iyi olduğu anlaşılınca, ailem için olan endişem artmıştı.
“Yanında duruyordum Bella.” Deneyimlerimden biliyordum ki, eğer yalan
söylerken kendime çok güvenirsem, sorgulayan kişi gerçekten daha az emin olurdu.
Hareket etmek için tekrar çabaladı ve bu sefer izin verdim. Rolümü doğru
oynayabilmek için nefes almam gerekiyordu. Kokusuyla karışıp beni alt etmesini
engellemek için onun sıcakkanlı ısısından uzaklaşmalıydım. Harap olmuş araçların
arasındaki küçük yerde ondan uzaklaşabileceğim kadar uzaklaştım.
Bana baktı ve ben de ona baktım. Gözlerini kaçırmak sadece beceriksiz bir
yalancının düşeceği bir hataydı ve ben beceriksiz bir yalancı değildim. Yüz ifadem
düz, yumuşaktı… Bu kafasını karıştırmış gibiydi. İyi.
Kaza yeri şimdi, görünen ezilmiş cesetler olup olmadığını görmek için
çatlaklardan doğru bakıp iten, çoğunluğu çocuk insanlarla sarılmıştı. Bir bağırış
çağıltısı ile şoka girmiş bir düşünce seli vardı. Henüz şüphe olmadığından emin
olmak için düşünceleri taradım ve sonra bastırıp kıza odaklandım.
Karışıklıkta dikkati dağılmıştı. İfadesi hala sersemlemiş haldeyken etrafına
baktı ve ayağa kalkmaya çalıştı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Milkyhead
Gelişmiş Üye
Gelişmiş Üye
Milkyhead


Mesaj Sayısı : 165
Rep Gücü : 965
Rep puanı : 2
Kayıt tarihi : 06/02/09
Yaş : 30
Nerden : KumsaLdan...

Dikkat : Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi) 3.Bölüm-Olağanüstü olay 473972urfuggv5ew


Güç Sistemi
Başarı Puanı:
Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi) 3.Bölüm-Olağanüstü olay Img_left0/0Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi) 3.Bölüm-Olağanüstü olay Empty_bar_bleue  (0/0)
AktifLik:
Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi) 3.Bölüm-Olağanüstü olay Img_left0/0Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi) 3.Bölüm-Olağanüstü olay Empty_bar_bleue  (0/0)
GüçLüLük:
Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi) 3.Bölüm-Olağanüstü olay Img_left0/0Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi) 3.Bölüm-Olağanüstü olay Empty_bar_bleue  (0/0)

Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi) 3.Bölüm-Olağanüstü olay Empty
MesajKonu: Geri: Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi) 3.Bölüm-Olağanüstü olay   Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi) 3.Bölüm-Olağanüstü olay Icon_minitimeCuma Mayıs 29, 2009 10:05 pm

Olduğu gibi kalması için elimi yavaşça omzuna koydum.
“Şimdilik böyle kal.” İyi görünüyordu; ama gerçekten boynunu oynatmalı
mıydı? Yine Carlisle’ı diledim. Benim kuramsal tıp eğitimim, onun asırlar boyunca
uyguladığı tıp deneyimine kesinlikle eş değildi.
“Ama soğuk.” diye karşı çıktı.
İki kere neredeyse ezilerek ölüyordu, bir kere de sakatlanmanın eşiğinden
dönmüştü; ama onu endişelendiren şey soğuktu. Durumun komik olduğunu
hatırlamadan önce dişlerimin arasından güldüm.
Bella gözlerini kırpıştırdı ve sonra yüzüme odaklandı. “Oradaydın.”
Bu beni yine ciddileştirdi.
Minibüsün çökmüş yanından başka görülecek hiçbir şey olmadığı halde
güneye doğru baktı. “Arabanın yanındaydın.”
“Hayır değildim.”
“Seni gördüm.” diye ısrar etti. İnatçılaştığı zaman sesi çocuk gibi oluyordu.
“Bella, seninle duruyordum ve seni yoldan çektim.”
Benim versiyonumu – ortadaki tek mantıklı versiyonu – kabul etmesini
sağlamaya çalışarak büyük gözlerine derin derin baktım.
Çenesi kasıldı. “Hayır.”
Panik yapmamaya, sakin kalmaya çalıştım. Eğer kızı sadece bir süre sessiz
tutabilirsem, bana kanıtı yok etme şansı vermesi için… ve hikayesini başından
yaralanmasını göstererek sarsabilmek için.
Bu suskun, sırlarla dolu kızı sessiz tutmak kolay olmamalı mıydı? Keşke bana
güvenseydi, sadece bir süre…
“Lütfen Bella.” dedim ve sesim çok içtendi, çünkü aniden onun bana
güvenmesini istemiştim. Çok istemiştim ve sadece bu kazanın hesapları için değildi.
Aptal bir arzu. Bana güvenmek ona nasıl mantıklı gelebilirdi?
“Niye?” dedi hala savunmacı halde.
“Bana güven.” diye rica ettim.
“Daha sonra bana her şeyi açıklayacağına söz verir misin?”
Bir şekilde güvenini hak etmeyi bu kadar çok isterken ona tekrar yalan
söylemek zorunda kalmak beni sinirlendirdi. O yüzden, ona sert bir şekilde cevap
verdim.
“İyi.”
“İyi.” dedi o da, aynı tonu yansıtarak.
Etrafımızda kurtarma çalışmaları başlarken – yetişkinler gelir, yetkililer aranır,
uzaktan siren sesleri gelirken – kızı görmezden gelip önceliklerimi doğru sıraya
sokmaya çalıştım. Park yerindeki bütün düşünceleri taradım, hem görgü tanıklarının
hem de sonradan gelenlerin; ama tehlikeli hiçbir şey bulamadım. Çoğu beni burada
Bella’nın yanında gördüklerine şaşırmışlardı; ama hepsi – başka bir olası sonuç
olmadığı için – kazadan önce beni kızın yanında dururken fark etmediklerini
düşünmüşlerdi.
Basit açıklamamı kabul etmeyen tek kişi oydu; ama o da en az güvenilecek
görgü tanığı olarak düşünülürdü. Korkmuştu, sarsıntı geçirmişti, kafasına aldığı
darbeden bahsetmeye gerek bile yoktu. Muhtemelen şoktaydı. Hikayesinin karışık
olması kabul edilebilirdi, değil mi? O kadar izleyicinin düşündükleri üzerine kimse
buna pek itimat göstermezdi.
Olay yerine yeni varan Rosalie, Jasper ve Emmett’ın düşüncelerini
yakaladığımda ürktüm. Bu gece bunu ödemek cehennem olacaktı.
Omuzlarımın bronz arabada çıkardığı izi ortadan kaldırmak istiyordum; ama
kız çok yakındaydı. Dikkati dağılana kadar beklemek zorundaydım.
İnsanlar minibüsle boğuşup üzerimizden kaldırmaya çalışırken – üzerimde
bir çok çift gözle – beklemek sinir bozucuydu. İşlemi hızlandırmak için onlara
yardım ederdim; ama kız ve keskin gözleriyle başım yeterince belaya girmişti.
Sonunda, aracı sağlık görevlilerinin sedyelerle bize ulaşmasına yetecek kadar uzağa
çekebildiler.
Tanıdık bir ses beni fark etti.
“Hey, Edward.” dedi Brett Warner. Aynı zamanda bir hastabakıcıydı ve onu
hastaneden tanıyordum. Bize ulaşan ilk kişinin o olması çok büyük bir şanstı –
bugünkü tek şans. Düşüncelerinde sakin ve uyanık olduğuma dikkat ediyordu. “İyi
misin çocuk?”
“Mükemmel Brett. Bana hiçbir şey dokunmadı; ama Bella sarsıntı geçirmiş
olabilir. Onu yoldan çektiğimde başını yere çarptı…”
Brett, bana ihanete uğramış sert bir bakış atan kıza döndü. Ah, doğru. Sessiz
bir mağdurdu – sükut içinde acı çekmeyi tercih ederdi.
Benim hikayemi anında yalanlamadı ama, ve bu biraz rahatlamamı sağladı.
Sonraki sağlık görevlisi muayene edilmeme izin vermem için ısrar etti; ama
onu vazgeçirmek zor olmadı. Babamın bana bakacağına söz verdim ve o da ısrarı
bıraktı. Pek çok insanda, sakin bir kendine güvenle konuşmak ihtiyacım olan tek
şeydi. Pek çok insanda, sadece kızda işe yaramıyordu tabii ki. O herhangi bir normal
kalıba uyuyor muydu?
Boyunluk taktıklarında – ve yüzü utançla kızardığında – bu dikkat
dağınıklığını ayağımın arkasıyla bronz arabadaki şekli tekrar düzenlemek için
kullandım. Sadece kardeşlerim ne yaptığımı fark ettiler ve Emmett’in içinden, bir şey
kaçırırsam düzelteceğine söz verişini duydum.
Yardımına şükranla dolu olarak – ve en azından Emmett’in çoktan bu tehlikeli
seçimimi affettiğine daha da minnettar kalarak – ambulansta Brett’in yanına
oturduğumda daha rahattım.
Polis şefi, Bella ambulansın arkasına yerleştirilmeden olay yerine vardı.
Bella’nın babasının düşünceleri kelimeleri geçmiş olsa da, panik ve endişe
adamın zihninden etraftaki diğer bütün düşünceleri bastırarak yayılıyordu. Tek
kızını sedyede gördüğünde sözsüz kaygı ve suçluluk kabararak onu sardı.
Onu sardı ve bana doğru geldi, gittikçe güçlenerek. Alice Charlie Swan’ın
kızını öldürmenin onu da öldürmek olacağını söylediğinde abartmıyordu.
Paniklemiş sesini dinlediğimde başım suçlulukla aşağı eğildi.
“Bella!” diye bağırdı.
“Ben iyiyim Char – baba.” İç çekti. “Hiçbir sorunum yok.”
Güvencesi babasının dehşetini tamamen silemedi. En yakın sağlık görevlisine
döndü ve daha çok bilgi istedi.
Onu konuşurken, paniğine rağmen tamamen tutarlı cümleler kurarken
duyduğumda, endişesinin sözsüz olmadığını anladım. Sadece… tam olarak kelimeleri
duyamıyordum.
Hmm. Charlie Swan kızı kadar sessiz değildi; ama Bella’nın bunu nereden
aldığını görebiliyordum. İlginç.
Kasabanın polis şefinin çevresinde hiçbir zaman çok fazla vakit
geçirmemiştim. Onu her zaman yavaş düşünen bir adam olarak almıştım – şimdi ise
yavaş olanın ben olduğumu anlamıştım. Düşünceleri kısmen gizliydi, yok değildi.
Sadece anlamlarını, tonlarını ayırt edebiliyordum…
Daha dikkatli dinlemek, bu daha az yeni karmaşık bulmacada kızın sırlarının
anahtarını bulup bulamayacağımı görmek istedim; ama o sırada Bella arkaya
yerleştirilmişti ve ambulans yola çıkmıştı.
Saplantı haline getirdiğim bu gizemi aydınlatabilecek bu çözümden kendimi
ayırmak zor oldu; fakat şimdi düşünmeliydim – bugün olanlara her açıdan
bakmalıydım. Anında gitmemizi gerektirecek kadar tehlike olup olmadığından emin
olmak için dinlemek zorundaydım. Odaklanmak zorundaydım.
Sağlık görevlisinin düşüncelerinde beni endişelendirecek hiçbir şey yoktu.
Söyleyebilecekleri kadarıyla kızın ciddi bir problemi yoktu. Bella da şimdiye kadar
benim anlattığım hikayeye uymuştu.
Hastaneye ulaştığımızda ilk öncelik Carlisle’ı görmekti. Aceleyle otomatik
kapılara gittim; ama Bella’yı izlemeyi tamamen bırakamadım; bir yandan
görevlilerin düşüncelerini dinledim.
Babamın tanıdık zihnini bulmak kolaydı. Küçük ofisinde, tamamen yalnızdı –
bu şanssız günde, ikinci şans.
“Carlisle.”
Gelişimi duymuştu ve yüzümü gördüğü anda paniğe kapılmıştı. Ayağının
üzerine zıpladı, yüzü kemik kadar beyazlaştı. Temiz şekilde düzenlenmiş ceviz ağacı
masasından doğru eğildi.
Edward – yapmadın –
“Hayır, hayır, sorun o değil.”
Derin bir nefes aldı. Tabii ki hayır. Düşündüğüm için özür dilerim. Gözlerin, tabii ki,
bilmeliydim… Rahatlayarak hala altın rengi olan gözlerime baktı.
“Ama yaralandı Carlisle, muhtemelen ciddi değil; fakat–“
“Ne oldu?”
“Aptal bir araba kazası. Yanlış zamanda yanlış yerdeydi; ama orada
duramazdım – ona çarpmasına izin veremezdim–”
Baştan başla, anlamadım. Sen nasıl karıştın?
“Bir minibüs buzda savruldu.” diye fısıldadım. Konuşurken arkasındaki
duvara baktım. Çerçevelenmiş diploma kalabalığı yerine, sadece basit bir yağlı boya
tablosu vardı – en sevdiği, keşfedilmemiş bir Hassam. “Yoldaydı. Alice olacakları
gördü; ama gerçekten koşup onu yoldan çekmekten başka bir şey yapmaya vakit
yoktu. Kimse fark etmedi… onun dışında. Minibüsü durdurmak zorunda da kaldım;
ama yine kimse görmedi… ondan başka. Ben… ben özür dilerim Carlisle. Bizi
tehlikeye atmak istememiştim.”
Masayı dolaştı ve elini omzuma koydu.
Doğru olanı yaptın ve bu senin için kolay olmuş olamaz. Seninle gurur duyuyorum
Edward.
O zaman gözlerine baktım. “Benimle ilgili… bir sorun olduğunu biliyor.”
“Önemli değil. Eğer gitmek zorunda kalırsak, gideriz. Ne söyledi?”
Biraz rahatsız olarak kafamı salladım. “Henüz hiçbir şey.”
Henüz?
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Milkyhead
Gelişmiş Üye
Gelişmiş Üye
Milkyhead


Mesaj Sayısı : 165
Rep Gücü : 965
Rep puanı : 2
Kayıt tarihi : 06/02/09
Yaş : 30
Nerden : KumsaLdan...

Dikkat : Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi) 3.Bölüm-Olağanüstü olay 473972urfuggv5ew


Güç Sistemi
Başarı Puanı:
Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi) 3.Bölüm-Olağanüstü olay Img_left0/0Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi) 3.Bölüm-Olağanüstü olay Empty_bar_bleue  (0/0)
AktifLik:
Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi) 3.Bölüm-Olağanüstü olay Img_left0/0Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi) 3.Bölüm-Olağanüstü olay Empty_bar_bleue  (0/0)
GüçLüLük:
Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi) 3.Bölüm-Olağanüstü olay Img_left0/0Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi) 3.Bölüm-Olağanüstü olay Empty_bar_bleue  (0/0)

Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi) 3.Bölüm-Olağanüstü olay Empty
MesajKonu: Geri: Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi) 3.Bölüm-Olağanüstü olay   Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi) 3.Bölüm-Olağanüstü olay Icon_minitimeCuma Mayıs 29, 2009 10:07 pm

“Benim versiyonuma katıldı – ama bir açıklama bekliyor.”
Düşünerek kaşlarını çattı.
“Kafasını çarptı – pekala bunu ben yaptım.” diye devam ettim hızlıca. “Onu
yere oldukça sert vurdum. İyi görünüyor; ama… dosyasını değiştirmek çok zor
olmaz sanırım.”
Sadece söylerken bile kendimi ahlaksız biri gibi hissettim.
Carlisle sesimdeki tiksinmeyi duydu. Belki bu gerekli olmaz. Ne olacağını görelim
olur mu? Görünüşe göre kontrol etmem gereken bir hastam var.
“Lütfen.” dedim. “Onu incittiğim için çok endişeliyim.”
Carlisle’ın ifadesi aydınlandı. Altın rengi gözlerinden sadece birkaç ton açık
sarı saçlarını düzeltti ve güldü.
Senin için ilginç bir gündü değil mi? Zihninde, ironiyi görebiliyordum ve bu
komikti, en azından ona göre. Rollerin tersine dönüşü. Buz tutmuş park yerinde
koştuğum o kısa saniyede bir yerlerde, katilden koruyucuya dönüşmüştüm.
Bella’nın benden başka hiçbir şeyden daha fazla korunmaya ihtiyacı
olmayacağından ne kadar emin olduğumu hatırlayarak onunla birlikte güldüm.
Gülüşümde bir keskinlik vardı, çünkü bu hala tamamen doğruydu.
Bir hastane doluşu düşünceleri dinlerken Carlisle’ın ofisinde tek başıma
bekledim – yaşadığım en uzun saatlerden biriydi.
Minibüsün sürücüsü Tyler Crowley, Bella’dan daha kötü yaralanmış gibi
görünüyordu ve Bella röntgeninin çekilmesi için beklerken dikkatler ona yöneldi.
Carlisle görevlinin kızın hafif yaralandığına dair tanısına güvenerek arka planda
kaldı. Bu beni endişelendirdi; ama doğru yaptığını biliyordum. Yüzüne bir bakışla
kız anında beni, ailemle ilgili yanlış bir şeyler olduğunu hatırlardı ve bu onu
konuşturabilirdi.
Konuşmak için kesinlikle yeterince istekli bir partneri vardı. Tyler, onu
neredeyse öldürdüğü için büyük suçluluk içindeydi ve bu konuda susacakmış gibi
görünmüyordu. Onun gözlerinden Bella’nın yüz ifadesini görebiliyordum ve
durmasını dilediği açıktı. Bunu nasıl göremiyordu?
Tyler ona yoldan nasıl çekildiğini sorduğunda gergin bir an yaşadım.
Durakladığında nefes almadan bekledim.
“Iı…” dediğini duydum. Sonra o kadar uzun süre durakladı ki Tyler
sorusunun kafasını karıştırıp karıştırmadığını merak etti. Sonunda devam etti.
“Edward beni yoldan çekti.”
Tuttuğum nefesimi verdim ve sonra soluk alıp verişim hızlandı. Daha önce
ismimi söylediğini hiç duymamıştım. Kulağa geliş şeklinden hoşlandım – sadece
Tyler’ın düşüncelerinden duyduğumda bile. Kendim dinlemek istedim…
“Edward Cullen.” dedi, Tyler kimi kastettiğini anlamadığında. Kendimi kapıda,
elim tokmakta buldum. Onu görme arzusu gittikçe güçleniyordu. Dikkat etmem
gerektiğini kendime hatırlatmak zorunda kaldım.
“Yanımda duruyordu.”
“Cullen?” Hah. Garip. “Onu görmedim.” Yemin edebilirdim… “Vay, her şey çok
hızlı oldu sanırım. O iyi mi?”
“Öyle sanıyorum. Buralarda bir yerlerde; ama onu sedyeye yerleştiremediler.”
Yüzündeki düşünceli ifadeyi, gözlerinin şüpheyle kısılışını gördüm; ama
ifadesindeki bu küçük değişiklikleri Tyler fark etmedi.
Güzel biri, diye düşünüyordu neredeyse şaşkınlıkla. Bu haliyle bile. Alışılmış
tipim değil, yine de… Onu dışarı çıkarmalıyım… Bugünü telafi etmek için…
Sonra koridordaydım, ne yaptığımı bir saniye bile düşünmeden acil servis
odasına giden yolu yarılamıştım. Şansıma, ben giremeden odaya hemşire girdi –
röntgen için sıra Bella’daydı. Duvarın karanlık bir köşesine yaslandım ve o
götürülürken sakinleşmeye çalıştım.
Tyler’ın onun güzel olduğunu düşünmesi önemli değildi. Bunu herkes fark
ederdi. Böyle hissetmem için hiçbir sebep yoktu… nasıl hissetmiştim? Rahatsız? Yoksa
öfkeli gerçeğe daha mı yakındı? Bu hiçbir şekilde mantıklı gelmiyordu.
Olduğum yerde kalabildiğim kadar kaldım; ama sabırsızlık beni yendi ve
radyoloji odasına doğru gittim. Acil servise çoktan geri götürülmüştü; ama
hemşirenin arkası dönükken röntgen filmlerine bakma şansım oldu.
Rahatladım. Başı iyiydi. Onu incitmemiştim, gerçekten değil.
Carlisle beni orada yakaladı.
Daha iyi görünüyorsun.
Sadece önüme baktım. Yalnız değildik, koridor doluydu.
Ah, evet. Filmleri ışık tahtasına astı; ama ikinci kere bakmaya gerek
duymadım. Görüyorum. Tamamen iyi. Aferin Edward.
Babamın tasvip edici sesi bende karışık bir tepki yarattı. Hoşnut kalırdım, eğer
şimdi yapacağım şeyi onaylamayacağını bilmiyor olsaydım. En azından, beni
harekete geçiren gerçek etkenleri bilseydi onaylamazdı…
“Sanırım gidip onunla konuşacağım – seni görmeden önce.” diye
mırıldandım. “Doğal davranacağım, sanki hiçbir şey olmamış gibi. Yumuşatacağım.”
Bütün kabul edilebilir sebepler.
Carlisle hala filmlere bakarken dalgınlıkla başını salladı. “İyi fikir. Hmm.”
İlgisini neyin çektiğini görmek için baktım.
Bütün bu iyileşmiş yaralara bak! Annesi onu kaç kere düşürmüş? Carlisle kendi
kendine güldü.
“Kızın gerçekten kötü şansı olduğunu düşünmeye başlıyorum. Hep yanlış
zamanda, yanlış yerde.”
Forks senin burada olmanla onun için kesinlikle yanlış yer.
İrkildim.
Haydi git. Onu yumuşat. Sana katılacağım.
Suçlu hissederek hızla uzaklaştım. Muhtemelen çok iyi bir yalancıydım, eğer
Carlisle’ı kandırabildiysem.
Acil servise gittiğimde, Tyler mırıldanıyor, hala özür diliyordu. Kız onun
pişmanlığından, uyuyor numarası yaparak kaçmaya çalışıyordu. Gözleri kapalıydı;
ama soluk alıp verişi düzenli değildi ve şimdi parmaklarını sabırsızlıkla büküyordu.
Yüzüne uzun bir süre baktım. Bu onu son görüşümdü. Bu gerçek göğsümde
keskin bir acıyı tetikledi. Bir gizemi çözülmeden bırakmaktan nefret ettiğim için
miydi? Yeterli bir açıklama gibi görünmüyordu.
Sonunda derin bir nefes aldım ve görüşe girdim.
Tyler beni gördüğünde konuşmaya başladı; ama parmağımı dudaklarıma
koydum.
“Uyuyor mu?” diye mırıldandım.
Bella’nın gözleri açıldı ve yüzüme odaklandı. Bir anlığına büyüdüler ve sonra
öfke ya da şüpheyle kısıldılar. Oynamam gereken bir rol olduğunu hatırladım, o
yüzden bu sabah anormal hiçbir şey olmamış gibi gülümsedim – başına aldığı bir
darbe ve hayal gücünün biraz kontrolden çıkması dışında.
“Selam Edward.” dedi Tyler. “Gerçekten çok özür di–”
Özrünü kesmek için bir elimi kaldırdım. “Kan yok, yara yok.” dedim alayla.
Düşünmeden, gizli şakama çok genişçe güldüm.
Benden az ileride taze kanla kaplı halde yatan Tyler’ı görmezden gelmek
inanılmaz derecede kolaydı. Hiçbir zaman Carlisle’ın bunu nasıl yapabildiğini
anlayamamıştım – onları tedavi etmek için hastalarının kanını görmezden gelişini.
Sürekli ayartı çok dikkat dağıtıcı, çok tehlikeli olmaz mıydı…? Ama şimdi… nasıl
olduğunu anlayabiliyordum, eğer başka bir şeye yeterince çok odaklanılırsa, bu ayartı
hiçbir şeydi.
Taze ve açığa çıkmış bile olsa, Tyler’ın kanı Bella’nınkinin yanında hiçbir
şeydi.
Onunla mesafemi koruyarak Tyler’ın yatağının ucuna oturdum.
“Ee, karar ne?” diye sordum.
Alt dudağı biraz açıldı. “Hiçbir sorunum yok; ama gitmeme izin vermiyorlar.
Nasıl oldu da sen kalanımız gibi zorla bir sedyeye yüklenmedin?”
Sabırsızlığı beni tekrar gülümsetti.
Şimdi Carlisle’ı koridorda duyabiliyordum.
“Tamamen kimi tanıdığınla ilgili.” dedim kayıtsızca. “Ama merak etme, seni
çıkarmaya geldim.”
Babam odaya girdiğinde tepkisini dikkatle izledim. Gözleri büyüdü ve ağzı
şaşkınlıkla açıldı. İçimden inledim. Evet, kesinlikle benzerliği fark etmişti.
“Evet Bayan Swan, nasıl hissediyorsunuz?” diye sordu Carlisle. Hastaların
çoğunluğunu saniyeler içinde mükemmel şekilde rahatlatan davranışlara sahipti.
Bunun Bella’yı nasıl etkilediğini söyleyemedim.
“İyiyim.” dedi sessizce.
Carlisle röntgen filmlerini yatağın yanındaki ışık tahtasına taktı. “Filmlerin iyi
görünüyor. Başın acıyor mu? Edward oldukça sert çarptığını söyledi.”
İç çekti ve tekrar “İyiyim.” dedi; ama bu sefer sabırsızlığı sesine sızmıştı.
Sonra bana öfkeyle baktı.
Carlisle ona doğru bir adım attı ve parmaklarını şişkinliği bulana kadar kafa
derisinde gezdirdi.
Bana çarpan duygu dalgasına hazırlıksız yakalandım.
Carlisle’ın insanlarla çalışmasını binlerce kez izlemiştim. Yıllar önce, ona gayrı
resmi olarak asistanlık bile yapmıştım – ama sadece kanın karışmadığı durumlarda.
O yüzden onun kıza sanki kendisi de onun kadar insanmış gibi davranması benim
için yeni bir şey değildi. Ona pek çok kez imrenmiştim; ama bu aynı duygu değildi.
Kontrolünden çok ona imrenmiştim. Carlisle ile aramdaki farklılık acıttı – ona böyle
nazikçe, zarar vermeyeceğini bilerek korkusuzca dokunabilmesi…
Yüzünü buruşturdu ve yerimde birden irkildim. Rahat pozumu koruyabilmek
için bir süre odaklanmam gerekti.
“Acıyor mu?”
Çenesi kasıldı. “Pek değil.” dedi.
Karakterinin başka bir küçük parçası daha yerine oturdu: cesurdu. Zayıflık
göstermekten hoşlanmıyordu.
Muhtemelen gördüğüm en savunmasız yaratıktı ve zayıf görünmek
istemiyordu. Dudaklarımdan bir gülüş çıktı.
Bana başka bir öfkeli bakış attı.
“Pekala.” dedi Carlisle. “Baban bekleme odasında – şimdi onunla eve
gidebilirsin; ama başın dönerse ya da görüş problemi yaşarsan tekrar gel.”
Babası burada mıydı? Kalabalık bekleme odasındaki düşünceleri taradım; ama
Bella yüzü endişeli, tekrar konuşmaya başlamadan önce onun hemen duyulmayan iç
sesini grupta bulamadım.
“Okula geri dönemez miyim?”
“Belki de bugün ağırdan almalısın.” diye önerdi Carlisle.
Gözleri bana kaydı. “O okula gidecek mi?”
Normal davran, yumuşat… gözlerime baktığında nasıl hissettirdiğine
aldırma…
“Birilerinin iyi haberleri yayması gerekli.” dedim.
“Aslında,” diye düzeltti Carlisle, “okulun çoğunluğu bekleme odasında gibi
görünüyor.”
Bu sefer tepkisini tahmin ettim – ilgiden hoşlanmayacağını. Beni hayal
kırıklığına uğratmadı.
“Ah, hayır.” diye inledi ve yüzünü elleriyle kapattı.
Sonunda doğru tahmin etmekten hoşlandım. Onu anlamaya başlıyordum…
“Kalmak mı istersin?” dedi Carlisle.
“Hayır, hayır!” dedi hızlıca, bacaklarını yatakta döndürüp ayakları yere
değene kadar kayarak. Dengesini kaybedip öne, Carlisle’ın kollarına doğru
sendeledi. Carlisle onu yakaladı ve dengesini sağlamasına yardım etti.
Yine, imrenme duygusu beni sardı.
“İyiyim.” dedi, kızararak, o yorum yapamadan önce.
Tabii ki bu Carlisle’ı rahatsız etmezdi. Dengede olduğundan emin olduktan
sonra kollarını indirdi.
“Ağrı için biraz Tylenol al.” dedi.
“O kadar acımıyor.”
Carlisle çizelgesini imzalarken gülümsedi. “Çok şanslıymışsın gibi
görünüyor.”
Bana sertçe bakmak için başını hafifçe döndürdü. “Edward’ın yanımda
duruyor olması büyük şanstı.”
“Ah, tabii, evet.” diye katıldı Carlisle çabucak, sesinde benim duyduğumu
duyarak. Şüphelerini hayal gücüne yormamıştı. Henüz değil.
Tamamen senin, diye düşündü Carlisle. En iyi olduğunu düşündüğün şekilde
hallet.
“Çok teşekkürler.” diye fısıldadım hızlıca ve sessizce. İki insan da duymadı.
Carlisle’ın dudakları Tyler’a dönerken alayım üzerine hafifçe yukarı doğru kıvrıldı.
“Korkarım sen bizimle biraz daha uzun süre kalmak zorundasın.” dedi kırılmış ön
cam çiziklerini incelerken.
Pekala, bütün bunlara ben sebep olmuştum, o yüzden ben çözecektim.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Milkyhead
Gelişmiş Üye
Gelişmiş Üye
Milkyhead


Mesaj Sayısı : 165
Rep Gücü : 965
Rep puanı : 2
Kayıt tarihi : 06/02/09
Yaş : 30
Nerden : KumsaLdan...

Dikkat : Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi) 3.Bölüm-Olağanüstü olay 473972urfuggv5ew


Güç Sistemi
Başarı Puanı:
Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi) 3.Bölüm-Olağanüstü olay Img_left0/0Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi) 3.Bölüm-Olağanüstü olay Empty_bar_bleue  (0/0)
AktifLik:
Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi) 3.Bölüm-Olağanüstü olay Img_left0/0Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi) 3.Bölüm-Olağanüstü olay Empty_bar_bleue  (0/0)
GüçLüLük:
Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi) 3.Bölüm-Olağanüstü olay Img_left0/0Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi) 3.Bölüm-Olağanüstü olay Empty_bar_bleue  (0/0)

Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi) 3.Bölüm-Olağanüstü olay Empty
MesajKonu: Geri: Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi) 3.Bölüm-Olağanüstü olay   Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi) 3.Bölüm-Olağanüstü olay Icon_minitimeCuma Mayıs 29, 2009 10:08 pm

Bella kasıtlı olarak bana doğru yürüdü, rahatsız edici derecede yakına gelene
kadar durmadı. Bütün o kargaşadan önce, bana yaklaşmasını ne kadar çok
umduğumu hatırladım… Bu sanki o dileğe bir alay gibiydi.
“Seninle bir dakika konuşabilir miyim?” dedi tıslarcasına.
Sıcak soluğu yüzüme dokundu ve sendeleyerek bir adım geri gitmek zorunda
kaldım. Çekiciliği biraz bile azalmamıştı. Yakınımda olduğu her an, en kötü, en
ısrarcı içgüdülerimi tetikliyordu. Zehir ağzımı doldurdu ve vücudum uzanmayı
arzuladı – onu kollarıma alıp dişlerimi boğazına geçirmek için…
Aklım vücudumdan daha güçlüydü; ama sadece biraz.
“Baban seni bekliyor.” diye hatırlattım ona, çenem kenetli halde.
Carlisle ve Tyler’a baktı. Tyler bize hiç dikkat etmiyordu; ama Carlisle her
nefesimi izliyordu.
Dikkatle, Edward.
“Bir sakıncası yoksa seninle yalnız konuşmak istiyorum.” diye ısrar etti alçak
bir sesle.
Ona çok sakıncası olacağını söylemek istedim; ama bunu önünde sonunda
yapmam gerekeceğini biliyordum. Atlatmak en iyisiydi.
Odadan çıkar, arkamda bana yetişmeye çalışıp sendeleyen ayak seslerini
dinlerken çok fazla çelişen duyguyla doluydum.
Şimdi oynamam gereken bir gösteri vardı. Rolümü biliyordum – kötü karakter
ben olacaktım. Yalan söyleyecektim, alay edecektim ve zalim olacaktım.
Bu tüm iyi hislerime karşıydı – bütün bu yıllar boyunca sarıldığım insan
hislerine. Hiçbir zaman bu andan, bütün ihtimali yok etmek zorundayken, daha fazla
güven hak etmek istememiştim.
Benimle ilgili son anısı olacağını bilmek durumu daha kötü hale getiriyordu.
Bu, benim veda sahnemdi.
Ona döndüm.
“Ne istiyorsun?” diye sordum soğukça.
Düşmanlığımdan hafifçe geri çekildi. Gözleri sersemledi, yüzünde aklımdan
çıkmayan o ifade belirdi…
“Bana bir açıklama borçlusun.” dedi alçak sesle; fildişi rengi teni soluklaştı.
Sesimi kaba tutmak çok zordu. “Hayatını kurtardım – sana hiçbir şey borçlu
değilim.”
Ürktü – sözlerimin onu incittiğini izlemek asit gibi yaktı.
“Söz verdin.” diye fısıldadı.
“Bella, başını çarptın, ne hakkında konuştuğunu bilmiyorsun.”
Çenesini kaldırdı. “Başımda hiçbir sorun yok.”
Şimdi sinirliydi, bu durumu benim için kolaylaştırdı. Öfkeli bakışıyla
buluştum, yüzümü daha da düşmanca hale getirdim.
“Benden ne istiyorsun Bella?”
“Gerçeği öğrenmek istiyorum. Senin için niye yalan söylediğimi bilmek
istiyorum.”
İstediği şey tamamen adildi – inkar etmek zorunda olmak beni sinirlendirdi.
“Sen ne olduğunu sanıyorsun?” Ona neredeyse homurdandım.
Kelimeler hızla çıktı. “Bütün bildiğim benim yakınlarımda bir yerlerde
olmadığın – Tyler da seni görmemiş, o yüzden bana başımı çok sert çarptığımı
söyleme. O minibüs ikimizi de ezecekti – ama ezmedi ve ellerin yanında ezikler
bıraktı – ve diğer arabada da göçük bıraktın; ama hiçbir şekilde incinmedin – ayrıca
minibüs bacaklarımı ezecekti; ama sen onu kaldırdın…” Aniden dişlerini birbirine
kenetledi, gözleri dökülmemiş yaşlarla parlıyordu.
Yüz ifadem alaycı şekilde ona baktım; ama asıl hissettiğim korkuydu; her şeyi
görmüştü.
“Senin üzerinden bir minibüs kaldırdığımı mı düşünüyorsun?” diye sordum
alayla.
Başını bir kez sallayarak cevap verdi.
Sesim daha da eğlenir hale geldi. “Buna kimse inanmaz biliyorsun.”
Öfkesini kontrol edebilmek için çabaladı. Cevap verdiğinde, her kelimeyi
yavaşça ve vurgulayarak söyledi. “Kimseye söylemeyeceğim.”
Bunu kastetmişti – gözlerinde görebiliyordum. Öfkeli ve ihanete uğramış olsa
da, sırrımı tutacaktı.
Niye?
Şok dikkatle tasarlanmış ifademi yarım saniyeliğine mahvetti, sonra kendimi
tekrar toparladım.
“O zaman ne önemi var?” diye sordum sesimi sert tutmaya çalışarak.
“Benim için önemli.” dedi sertçe. “Yalan söylemekten hoşlanmam – o yüzden
bunu yapmam için iyi bir neden olması gerekli.”
Ona güvenmemi istiyordu. Tıpkı benim onun bana güvenmesini istediğim
gibi; ama bu aşamayacağım bir çizgiydi.
Sesim duygusuz kaldı. “Sadece teşekkür edip burada bırakamaz mısın?”
“Teşekkürler.” dedi ve sonra sessizce burnundan soluyup bekledi.
“Peşini bırakmayacaksın değil mi?”
“Hayır.”
“O zaman…” İstesem de ona gerçeği söyleyemezdim… ve istemiyordum. Ne
olduğumu bilmesi yerine kendi hikayesini yaratmasını tercih ederdim, çünkü hiçbir
şey gerçekten daha kötü olmazdı – ben direkt olarak bir korku romanının
sayfalarından çıkmış, yaşayan bir kabustum. “Umarım hayal kırıklığına uğramaktan
keyif alıyorsundur.”
Birbirimize sinirle baktık. Öfkesinin bu kadar sevimli olması garipti. Tıpkı
sinirli bir kedi yavrusu gibi, yumuşak ve zararsız, ve kendi savunmasızlığından
habersiz.
Kızardı ve tekrar dişlerini gıcırdattı. “Niye zahmet ettin ki?”
Sorusu beklediğim ya da cevaplamaya hazır olduğum soru değildi.
Oynadığım rolde hakimiyetimi kaybettim. Maskenin yüzümden kaydığını hissettim
ve ona – bu sefer – doğruyu söyledim.
“Bilmiyorum.”
Yüzünü son bir kez belledim – hala öfkeliydi, kan yanaklarından çekilmemişti
– ve dönüp ondan uzaklaştım.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Midnight Sun(Geceyarısı Güneşi) 3.Bölüm-Olağanüstü olay
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Herşey Gülümse(t)mek İçin...:)) :: » ● » Forum Kütüphanesi « ● « :: Roman Özetleri-
Buraya geçin: