Arkama baktım… Rüzgârın benden çaldıkları denizin üzerinde uçuşuyordu… Ne kadar zormuş veda etmek… Ne kadar merhametsizmiş rüzgârlar… Deniz onları yutmak için kabarıyordu sürekli… İçimdeki suskunluk ise tahmin edilemezdi… Tek bir melodi tek bir yansıma yoktu… Sanki rüzgâr onları da almıştı benden… Hatıralarım yetmemişti ona… Doyuramamıştı açlığını… Ve ben gri gündüzler ve zifiri gecelerde hep bu sessizliğe mahkûmdum sanki… Özgürlüğümü özledim… Sadece çekip gidebileceğim bir hayat diledim rüzgârdan aldıkları karşılığında… Kimsenin olmadığı bir hayat… Küçük bir çantadan fazlasına ihtiyacım olmayan bir hayat… Oysa kapana kısılmış sınırlandırılmıştım… Köle… Bu ara ruhuma en yakın ifade buydu… Kelimelerini ve renklerini yitirmiş ruhum… İçimde her gün büyüyen bir boşluk yutuverdi her şeyi… Renklerim gidince mutlulukta beraberinde gitti… Kelimelerim gidince konuşma arzum bitti… Hikâyelerim tükendi… Melodilerim dinince yaşama arzum söndü… Boş sessiz ve gri bir dünyadayım şimdi… Yeniden geri dönebilmek için daha kaç ruh feda etmeliyim? Özgür olmak için… Rüzgâr ruhumu yalayıp geçerken bana bıraktığı o hazzı yeniden duyumsamak için… Sokaktaki kedinin gözlerine bakınca şefkat duymuyorum artık… Ve bana âşık olan erkeğin kalbi ellerimdeyken çok sıradan şimdi… Oysa eskiden istediğim şeylerdi bunlar… Hapsolmadan önce ruhum… Hayallerimi özledim… Hikâyelerimi… Boş sıkıcı bir şehirdeyim… Hayallere yer verilmeyen… Eğlence unutulmuş bir şehir burası… Etrafı çok yüksek surlarla çevrili… Kaçamıyorum, çıkamıyorum, mücadele edemeyecek kadar yorgun ve griydim… Oysa ben lacivert olmak isterdim… Mücadeleci ve saldırgan İçinde biraz siyah olsun… Güç için… Ve bordolar da olsun isterdim… Yaratıcılık için… Yeniden bu hikâyenin ana kahramanı olmayı ve savaşmayı isterdim… Elimde bıçaklarım olsun… Kollarımda kalkanlarım… Yüzümde bir maske olsun… Öz ben ve yansıma ben karışmamalı birbirine… Sonrada… Sonrada yıkmak isterdim bu surları… Acımasızca parçalamak… Herkese ve her şeye özgürlüğünü geri veren süvari olmak isterdim… Işığın karanlığı… Olamadım… Yutuldu benimde kelimelerim… Gücüm ve hayallerim… Zorlama bir hayatta sadece piyonuz biz… Bu şehrin piyonları… Kapana kıstırdığı insanların yaşam arzusuyla beslenen… Her gün yeni kurbanlar bulan… Eskilerse kaçamayacak kadar yaşlı… Hatırlanmayacak kadar uzak hayaller… Ayın yükselişini izliyorum… Kendi yansımamı görmeyeli çok oldu… Kırdım gittim bütün aynaları… Bir zavallıyı görmeye ihtiyacım yok… Bütün bir gün sahte hayatları izleyip kendimi uyuşturuyorum… Mücadele edemeyecek kadar zayıfım bende aslında… Surlar çok yüksek… Ve ben çok küçüğüm…
O surların dışındaki insanlarda aynı durumda mı yoksa… Hiç biri mi bize yardımcı olamaz… Surları yakamaz… Alevlerin ışığında şenlik olsa… Eğlenceli folk ezgilerle dans etsek… Yeniden hayaller kuran çocuklar olsa… Hikâyeci dedeler… Geçmişin süvarilerini anlatsa bize… Çok özledim dinlemeyi… Oysa ben sadece… Boş aşk filmleriyle uyuşturuyorum kendimi… Sevgi için feda edemeyenlerin yaptığı filmler… Ve bütün filmlerde aşk uğruna kendini feda eden karakterler var… Çok ironik değil mi… bitmeyen gothic ezgilerin tadını çıkar… Kilisenin kutsallığı… Camilerin sükûneti… Ve her yerde var olan kediler… Acaba onlar hala hayal kuruyor mudur? Kutsal mekânın ışığı onlar için hala aydınlık mı? Sönmüş dinler… Bastırılan arzular… Unutulan inançlar… Surların emip bitirdiği hayatlar… Bir renk skalası gibi her şey… siyah ve beyazın birer ucu tuttuğu skala… Grinin her tonu her tadı var… Siyah çok derinde görülemeyecek kadar… Ve beyaz çok yukarda… Unutulacak kadar… Sadece küçücük bir kıvılcım istiyorum… Yeniden duyumsayacağım o zaman… Rüzgârın ruhumu yalayıp geçmesini… Yağmurun ruhumu temizlemesini… Güneşin batışındaki turuncuları tutacağım avucumda… Bir kurbağa prens olsa… Bunca sene dayanan küçücük bir kurbağa prens… Eski masaldaki gibi… Öpsem onu… Yakışıklı kahraman bir prens olsa yeniden… Âşık olsak sonsuza kadar… Ve cesur prens eski masallardaki yıksa surları… Beyaz atıyla götürse beni… Başka bir hayata